Kolektifler Kapitalizmin Pabucunu Dama Atacak

“KOLEKTİFLER” KAPİTALİZMİN PABUCUNU DAMA ATACAK

(Mondragon Deneyimi)

 Mehmet UYSAL

Giriş

“Kolektif”, bir ekonomik örgütlenme biçimi. SSCB’deki “kolhoz”u çağrıştırsa da, kolhozdan farklı. Farkı, kolhozların çıplak mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı, cüz’i bir ücret karşılığı üyelere ait iken, yazımız konusu kolektifin mülkiyeti de tasarruf hakkı da ortaklara aittir. Bu anlamdaki kolektifin hayata geçmiş ve oldukça başarılı olmuş bir örneği de var: İspanya’nın Bask bölgesinde kurulmuş olan “Mondragon Kolektifi”. “Mondragon”, hakkında basında çıkan yazılarda “kooperatif” olarak adlandırılmıştır. Ancak yazımızda yeri geldiğinde açıklanacağı üzere, biz Mondragon’u “kolektif” olarak adlandırmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz.

Kolektiflerin kapitalizmin pabucunu dama nasıl atacağı konusuna, yazımızda kullanacağımız bazı kavramları ana çizgileriyle açıklayarak başlamak istiyoruz.

1. Kavramsal Belirlemeler Kısa Açıklamalar

Yaşam birimi, canlı yaşamı, hücre ya da hücre kolonileri halinde kalıtıp taşıyan her bir organizmadır. Tek hücreden ibaret olan bakterilerden çok hücreli karıncalara, ayrık otlarından devasa hücre kolonileri olan balinalara ve sekoya ağaçlarına kadar, bütün canlıların her biri yaşam birimidir.

Sonsuz yaşam yönelimi, yaşam birimlerinin canlı-olma doğalarından gelen sonsuz yaşama eğilimidir. Hiçbir canlı ölmek için dünyaya gelmez. Bütün canlıların doğası, sonsuz yaşamaya yöneliktir. Bütün insan haklarının türediği temel insan hakkı olan “yaşama hakkı”nın doğal dayanağı da bütün canlıların, bu kapsamda bütün insanların “yaşam birimi” olarak sonsuz yaşam yönelimidir.

Bencillik, yaşam birimlerinin kendisi olarak yaşama ve kendisini kendisi olarak kopyalayıp kalıtma doğasıdır. Bu nedenle, bencillik ahlaki değil, doğal bir olgudur.

Benmerkezcilik, bencilliğin türevi olup, yaşam birimlerinin her birisinin, bütün yaşam-kalım maddelerini ve olanaklarını kendileri için kullanma eğilimidir. Benmerkezciliğin kökeninde de canlı yaşamın yapıtaşı olan DNA’ların, proteinleri (yaşam kalım maddesi) kullanarak kendilerini sonsuza dek kopyalayabilme olanağı vardır. Kendini sonsuza dek kopyalayabilme olanağı, sonsuz yaşam-kalım maddesi talebine, bu da benmerkezciliğe yol açar.

Bencilbizcilik de bencilliğin türevi olup, yaşam birimlerinin her birinin, yaşamda kalmada daha avantajlı olabilmek için, türdeşleri ile birlikte davranma eğilimidir. Birlikte davranma, yaşam biriminin daha iyi yaşama ve yaşamda kalma olanağı elde etme -bencil- amacından kaynaklandığı için, bu davranışı “bencilbizcilik” olarak adlandırıyoruz.

İnsan da bir yaşam birimi olup, kendisi olarak sonsuz yaşamaya yöneliktir. Bu nedenle bencildir. Bundan dolayı da insan benliği, bir “benmerkezcilik/bencilbizcilik bileşimi”dir.

Benmerkezciliğin, bireysel ve toplumsal boyutları vardır. Her bir bireyin, diğer bireylerin yaşamda kalma olanaklarını ele geçirme eğilim ve eylemi “bireysel benmerkezcilik”; bir toplumun diğer toplumların yaşamda kalma olanaklarını ele geçirme eğilim ve eylemi de “toplumsal benmerkezcilik”tir. Toplumsal yaşamdaki sömürücülüğün kökeni benmerkezciliktir.

Bencilbizcilik, toplumsal yaşamın oluşumunun ve sürmesinin nedenidir. Toplumsal yaşamdaki her türlü birlikteliğin ve dayanışıp, birlikte davranışın ve bu kapsamda toplumsal sınıfların oluşmasının kökeni de bencilbizciliktir.

Artı-değer, “beden işçileri”nin, çalışma sürecinde, kendi yeniden üretimi için gerekli emek zamanını aşan emek zamanında ürettiği değerdir. Örneğin sekiz saatlik bir işgününde, işçinin kendi yeniden üretimi için gerekli emek zamanı dört saat ise, işçi dört saat kendisi için, bunu aşan dört saatte de kapitaliste artı-değer üretmek için çalışıyor demektir. Çalışma süresi uzadıkça üretilen artı-değer de artar. Artı-değer, kapitalistin iki ana zenginlik kaynağından birisidir.

Diferansiyel değer, bağımsız mucitler ve/veya Ar-Ge’lerde çalışan “teknoloji işçileri” tarafından üretilen değerdir. Rakiplerine göre ileri olan teknoloji, sahip/kullanıcılarına bir “tekel” konumu sağlar. En ileri teknolojiyi kullanmakla tekel konumunda olan kapitalist, piyasaya fiyat empoze edebilir. Bu kapitalistin empoze ettiği fiyat ile piyasa fiyatı arasındaki fark, diferansiyel değerdir. Rekabet ortamında, ileri teknolojinin belli bir kapitaliste sağladığı “tekel” konumu geçici olup, bu konum, diğer kapitalistlerin de aynı ya da daha ileri teknolojileri devreye sokup, tekel konumunun el değiştirmesiyle sona erer. Sürekli el değiştirmekle birlikte, her an birileri tekel konumunda, diğer birileri de tekel konumunda olanlara rakip olduğu için, kapitalizm, 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın sonlarına kadar süren “tekelci” dönemi dışında, “tam rekabetçilik” değil “rekabet içinde tekelcilik” durumundaydı, halen de bu durumdadır. Diferansiyel değer kapitalistin iki ana zenginlik kaynağından diğeridir.

Teknolojinin sürekli ilerlemesi sonucunda, artı-değerin önemi azalma, diferansiyel değerin önemi artma yönündedir.

Bu kavramsal belirleme/açıklamalardan sonra, önce kapitalist toplumu ana çizgileriyle ortaya koyalım. Kapitalist toplumu anlamanın yolu kapitalizmin siyasetini anlamaktan; kapitalizmin siyasetini anlamanın yolu da kapitalist ekonomiyi anlamaktan geçer.

2. Kapitalist Toplum

2.1 Kapitalist Ekonomi Sermaye Hareketidir

Kapitalist ekonomi, esas olarak, sermaye hareketidir. Kapitalistin sermayeyi hareket ettirmekle amaçladığı şey; mümkün olduğu kadar çok artı-değer ve diferansiyel değer elde ederek zenginliğine zenginlik katmaktır.

Sermaye, genel olarak, üç biçime bürünerek, üç evreden geçerek devreder: para-sermaye, üretken sermaye ve mal-sermaye. Artı-değer ve diferansiyel değer, sermayenin üretken sermaye biçimine büründüğü evresinde üretilir. Para-sermaye ve mal-sermaye evrelerinde değer üretilmez. Üretken sermaye evresinde üretilen artı-değer ve diferansiyel değer, meta fiyatının içinde yer alır. Meta, dolaşım ve değişim sürecinden geçip paraya dönüşür. Metanın paraya dönüşmesiyle, içindeki artı-değer ve diferansiyel değer, birincil olarak sanayi karı, ticaret karı, finans karı (faiz) ve rant olarak bölüşülür. Marx, sermayenin hareketini P-M-P’ (para-meta-para’) olarak formüle etmiştir. P’-P = Artı-Değer ve/veya Diferansiyel Değer’dir.

Sermayenin hareketinin temel amacı, kapitalistin artı-değer ve diferansiyel değer elde etmesi olduğu için, kapitalizmin ana siyasetini de bu amaç belirlemiştir. Acaba artı-değer ve diferansiyel değer elde etme temelinde, kapitalist siyaset nasıl şekillenmiştir?

2.2 Kapitalizmin Siyaseti Burjuva Benmerkezciliği Üzerine Kuruludur

Burjuvaların doğası, her bir burjuvanın, kendisi dışındaki (diğer burjuvalar da dahil) herkesi işçileştirip, herkesi kendine bağımlı kılıp, böylece işgücüne ve düşünme gücüne hükmedip, mümkün olduğu kadar çok artı-değer ve diferansiyel değer sömürerek zenginliğine zenginlik katmaya yöneliktir. Burjuvazinin bu doğasını “burjuva benmerkezciliği” olarak adlandırıyoruz. Burjuva benmerkezciliği, “bireysel” ve “toplumsal” olmak üzere iki boyutludur. Bireysel burjuva benmerkezciliği, her bir burjuvanın kendisi dışındaki herkesi işçileştirerek kendine bağımlı kılma eğilimi ve eylemidir. Toplumsal burjuva benmerkezciliği ise burjuvazinin, sınıf olarak, diğer sınıf ve kesimleri kendine bağımlı kılma eğilim ve eylemidir.

Kapitalizmin kurucusu burjuvazi, insanlar arasında hiçbir bağımlılık ilişkisinin olmadığı, tam demokratik bir toplumu ifade eden “Özgürlük Eşitlik Kardeşlik” sloganı ile yola çıktı. Burjuvazi, feodal toplumların yıkılıp, kapitalist toplumların kuruluşuna kadar devrimci, demokrat bir rol oynadı. Bunun sonucu olarak, kapitalist toplum, “bağımsız ve eşit birey ilkesi” üzerine kuruldu. Bu nedenle, kapitalist toplumun iki temel siyasi parametresinden birisi, “bağımsız ve eşit birey ilkesi”dir Öte yandan, Burjuvazinin feodal hukuka karşıtlığının temelde yatan nedeni, serfleri ve yoksul zanaatçıları feodal hukukun bağımlılık zincirlerinden boşandırıp, işçi sınıfı saflarına katarak, kendine bağımlı “ücretli köle” yapıp, artı-değer elde etmekti. Bundan dolayı, kapitalist toplumun diğer temel siyasi parametresi, “burjuva benmerkezciliği”dir. Kapitalist toplumun siyasetinin belirleyici parametresi, burjuva benmerkezciliğidir. Bunun da nedeni, burjuvazinin politik ve ekonomik olarak kapitalist toplumun egemen sınıfı olmasıdır. Diğer parametre olan; bağımsız ve eşit birey ilkesi, burjuva benmerkezciliği ile sınırlıdır. Kapitalist toplumda feodalizme dönüş eğilim ve eylemleri görülmedikçe, böylece kapitaliste “özgür emekçi” akışı kısıtlanmadıkça, burjuvazi bu ilkeye bağlı değildir. Bundan dolayıdır ki kapitalizmin kuruluşundan sonra, Fransız İhtilali’nin anlı şanlı “Özgürlük Eşitlik Kardeşlik” sloganı, maden ocaklarının, fabrikaların, çiftliklerin insanlık dışı çalışma koşulları ve sefalet ücretleri ile karakterize edilen; 19. yüzyıl Avrupasının “vahşi kapitalizm” ortamına gömülüp, üzeri ikiyüzlü liberalizm ideolojisiyle örtülen koca bir yalan oldu. Kapitalizmin kuruluşundan sonra, burjuvazinin sloganı artık “Özgürlük Eşitlik Kardeşlik” değil, Adam Smith’in ünlü sözü olan; “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”dir.

Kapitalist toplumun temel siyasi parametresi burjuva benmerkezciliği olduğu, burjuva benmerkezciliği de insanlar arasında bağımlılık ve eşitsizlik ilişkileri kurma eğilim ve eylemi içinde olduğu için, kapitalist demokrasi, yapısal olarak “eksiklik” ile maluldür.

2.3 Kapitalist Demokrasinin Eksikliği Aşılamaz

Eğer “demokratik toplum”, insanlar arasında ekonomik ve siyasi hiçbir bağımlılık ilişkisinin olmadığı, kimsenin kimsenin iradesine, hiçbir suretle hükmedemediği, bunun sonucu olarak herkesin sadece formel olarak değil gerçekten eşit olduğu bir toplum ise, ancak kapitalist toplum, insanlar arasında bağımlılık ilişkileri kurulması eğilim ve eylemi olarak dışavuran burjuva benmerkezciliğinin egemen olduğu bir toplumsa, kapitalist demokrasi eksik demektir. Kapitalist toplumun temel siyasetini burjuva benmerkezciliği belirliyorsa, kapitalist demokrasinin eksikliği, yapısal demektir. Yapısal eksiklik de kapitalizmin içindeki “sömürü virüsü”nden kaynaklanır. Ne kadar genişlerse genişlesin, onun içindeki sömürü virüsü, kapitalist demokrasiyi hep eksik bırakır; tam demokrasiye kadar genişlemesini, “doğası gereği” kaçınılmaz olarak engeller. Hatta “koşullar elverdiğinde”, burjuvazi; İtalyan faşizm, Hitler Nazizm’i, askeri-sivil diktatörlüklerin, ortaçağ monarşilerinin desteklenmesinde olduğu gibi, eksik demokrasiden bile vazgeçebilir. Demokrasisinin eksikliği yapısal ise, kapitalist toplum bu eksikliği gideremez, asla “demokratik toplum” olamaz. Bu nedenle, kapitalist toplum, sadece yerine geçtiği feodal toplumdan daha ileri bir toplum biçimi olup, burjuva benmerkezciliği, kapitalist demokrasinin “tam demokrasi”ye kadar genişlemesinin ayak bağıdır. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki “ileri demokrasi” kimseyi yanıltmasın. Çünkü bu ülkelerdeki nispeten ileri demokrasi, burjuvazinin değil, burjuvaziye karşı bağımsızlık ve eşitlik mücadelesi vermiş işçi sınıfı ve sömürge ülke halkları ile sosyalist ülkelerin eseridir.

2.4 Eksik Kapitalist Demokrasinin Sonucu: Kaotik Bir Toplum

Kapitalizm, burjuva benmerkezciliğinin bireysel ve toplumsal etkinliğinin sonucu olarak, toplumsal yaşamın insan unsurunu sürekli tahrip ederek tüketmiştir.

Kötü çalışma koşulları, sefalet ücretleri ve “iş kazaları” sonucunda ne kadar çok işçi ve işçi ailesi mensubu yaşamını yitirmiş ya da sefalet ve acılar içinde yaşayıp, erken yaşlarda dünyadan göçüp gitmiştir kim bilir?

Burjuvazinin “hepsi, her şey benim olsun” benmerkezciliği, ne kadar çok insanı yoksulluğa ve açlığa mahkûm etmiştir kim bilir?

Gelişmiş kapitalist ülkeler, geri ülkeleri sömürgeleştirirken, aralarında dünyayı yeniden paylaşım savaşları yaparken, sömürgeler kolonyal ve emperyalist sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşları verirken, işkencelerde, katliamlarda, soykırımlarda ne kadar çok insan ölmüştür, sakat kalmıştır, yerini yurdunu terk etmiştir kim bilir?

Burjuvazi tarafından, kapitalizm öncesi sömürücü sınıflardan devralınıp taşınan “sömürücü benmerkezcilik virüsü”nün yol açtığı kırıcı rekabet, insanlar arasına ne nifaklar sokmuştur, insan ilişkilerini nasıl bozmuştur, bu yüzden ne bireysel ve toplumsal travmalar acılar yaşanmıştır, sevgi ve aşk nasıl örselenmiştir, bunun sonucunda toplumsal yaşamın dokuları nasıl tahrip olmuştur, böylece güzelim dünyada insanlar nasıl cehennem azabı çekmiştir kim bilir?

Kısacası, burjuva benmerkezciliği, artı-değer ve diferansiyel değer sömürüsü uğruna, milyonlarca insanın canına kıymak, saygı, sevgi, aşk, güven gibi toplumsal yaşamı “biz” yapan “bağ dokularını” tahrip etmek suretiyle, toplumsal yaşamı dağılmaya, kaosa yöneltmiştir. Burjuva benmerkezciliği, toplumsal yaşamı kaosa kadar götürememişse, kaosu, burjuvazi değil, kaotik burjuva benmerkezciliğini dizginleyip; ayrışmayı değil, dayanışmayı, sevgiyi, saygıyı canlı tutarak toplumsal yaşamın zayıflamış bağ dokularını güçlendirenlar; işçi sınıfı, sömürge ülkeler halkı ve sosyalist ülkeler önlemiştir.

Belirleyici siyasi parametresi burjuva benmerkezciliği olan kapitalizmin, eksiklik ile malul demokrasisi, ne kadar genişlerse genişlesin, kaotik “sömürücülük virüsü” taşıyordu. Bu nedenle, Marx, Engels ve ardılları, “insanlığın kurtuluşu sosyalizmde” dediler.

3. Sosyalizm Kurtuluş Olamadı

3.1. Satırbaşlarıyla Sosyalizm

Sosyalizm, burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki sömürüsünün yoğunluğunun arttığı, burjuva benmerkezciliğinin toplumsal yaşamın insan unsurunu hızla yıpratıp, yiyip bitirip tükettiği, bu nedenle toplumsal yaşamı kaosa yönelttiği Batı Avrupa’da, 19. yüzyılda, Marx ve Engels’in çalışmaları ile olgunlaştı. Sosyalizmin olgunlaşmasını, toplumsal yaşamın diyalektiği olarak, burjuva benmerkezciliği tetikledi. Ancak, sosyalizm burjuva benmerkezciliğine bir tepki olmanın çok ötesinde, yaşamın her alanını kavrayan ve insanlığa “kurtuluş yolu” gösteren bir ideoloji olarak ortaya çıktı.

Doğal ve toplumsal yaşamın, içindeki çelişkilerle, bir tez-antitez-sentez süreci halinde hareket ettiğini düşünmesi ve dünyayı bu çerçevede anlayıp kavraması nedeniyle, sosyalizmin mantığı diyalektiktir. Evrenin var oluşu ve hareketinin Tanrı, idea, “Geist” vs. metafizik varlıkların eseri olduğunu düşünen idealist felsefenin tersine; doğal ve toplumsal yaşamın yapılanması ve hareketinin bir “madde hareketi” olup, evrenin dışında bir nedeni olmadığını, buna binaen, doğal ve toplumsal yaşamın kendi içindeki birtakım yasalarla hareket ettiğini düşünmesi nedeniyle, sosyalizm materyalisttir. Sosyalizme göre, tıpkı doğada olduğu gibi, toplumsal yaşamda, insanlar, birtakım “belirli, zorunlu, iradelerine bağlı olmayan” toplumsal yasalara tabidirler. Marks-Engels, kurdukları ideolojiyi; felsefesinin materyalist, mantığının diyalektik olması nedeniyle, “bilimsel sosyalizm” olarak nitelediler.

Marks-Engels, bilimsel sosyalizmin tarih anlayışını “tarihsel materyalizm” olarak adlandırmışlardır. Tarihsel materyalizme göre, tarih bir sınıflar mücadelesidir. Toplumsal yaşam, sınıfsız ilkel komünal toplum ve sınıflı köleci ve feodal toplum aşamalarından geçerek yine sınıflı kapitalist topluma ulaşmıştır. Bu gelişme, diyalektik bir süreç olup, kapitalist toplumun işçi sınıfı-burjuvazi çelişkisi biçimindeki diyalektiği, toplumsal yaşamı zorunlu olarak sosyalist topluma götürecektir. Sosyalist toplumun en üst evresinde sınıflar ortadan kalkacak ve komünist topluma ulaşılacaktır.

3.2 Sosyalizm Bencilbizciliği Canlı Tutup Kaosu Önledi

Sosyalizm, Marks-Engels tarafından olgunlaştırıldığı 19. yüzyıl ortalarından başlayarak, Batı Avrupa işçi sınıfının, sadece burjuva benmerkezciliğine tepkisinin değil, ortaya koyduğu “komünist toplum“ ideal-hedefiyle “kapitalist toplum dışında bir başka dünya mümkündür ve kurulabilir” demek suretiyle aksiyoner tavır alabilmenin de bilinci olmuştur. Sosyalizmin etkinliği arttıkça, Batı Avrupa toplumları demokratikleşmiş, bağımsız ve eşit birey ilkesi toplumsal yaşamda yaygınlaşıp derinleşmiştir. Bunun sonucu olarak, vahşi kapitalizm dizginlenmiş, işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşulları daha insanca hale gelmiştir.

Sosyalizm 20. yüzyıl başlarından itibaren Sovyetler Birliği’nden başlayarak, bir dizi ülkede hayata geçmiştir. Sosyalizmin hayata geçtiği ülkeler, süratle ekonomik olarak kalkınıp büyümüştür. Kalkınma ve büyümeyle sağlanan gelir artışı, “herkesten yeteneğine, herkese çalışmasına göre” ilkesi çerçevesinde adil dağıtılmıştır. Sosyalist toplum bireylerinde, işsizlik korkusu, yoksulluk, gelecek endişesi gibi kapitalizme özgü olumsuzluklar ortadan kalkmıştır.

Sosyalizm, sadece hayata geçtiği ülkelerde hakça bir ekonomik düzen kurulmasında ve Batı Avrupa demokrasilerinin genişlemesinde değil, 19. ve 20. yüzyıl boyunca bütün dünya ülkelerinin demokratikleşmesinde, bağımsız ve eşit birey ilkesinin dünyaya yayılmasında en etkili ideoloji olmuştur. Özellikle Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra, burjuva benmerkezciliğinin emperyalizm biçiminde dünyaya yayılmasına karşı verilen ulusal kurtuluş savaşlarının baş destekçisi sosyalist ülkeler olmuştur. Bütün bu mücadeleler sonucunda, siyasal haklar, sosyal haklar, sosyal devlet, ulusal haklar toplumsal yaşam pratiğine geçerek, bağımsız ve eşit birey ilkesi dünyaya yayılmıştır.

Sosyalizm, burjuva benmerkezciliğinin, beden ve teknoloji işçilerini iliklerine kadar sağıp sömürebilmek uğruna insanlığı yönelttiği kaosu önlemiştir. Ayrıca, hayata geçtiği ülkelerde üretimin artmasını ve gelirin hakça dağılımını sağlamıştır. Ancak 90’lı yılların başında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan bağımsız cumhuriyetlerin ve diğer sosyalist ülkelerin kapitalizme dönmelerinden sonra, insanlık tamamen burjuva benmerkezciliğinin siyasi egemenliği altına girmiştir. Üstüne üstlük, şimdi artık, sosyalizmin yeniden kurtuluş olabileceğini düşünen, komünist topluma ulaşılabileceğine inanan pek kimse yok gibi. Öyleyse, yetmiş küsur yıllık sosyalizm deneyimi, sosyalizm uğruna onca can kaybı, çekilen onca acılar boşa mı gitti? Ütopyalar, idealler yitirildi, umutlar tükendi mi?

Tabii ki hayır!

Bir defa, o mücadelelerin en önemli kazanımı, insan hakları bilinci ve bu bilincin, 19. ve 20. yüzyıllar boyunca verilen mücadeleler sonucunda, toplumsal yaşam pratiğine yayılıp, yaşam biçimi olarak kök salmış olmasıdır. Bu nedenle, “bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm” mücadelesinde canlarını ortaya koymuş olanları, insanlık toplumsal hafızasında ebediyen yaşatacaktır.

İkinci olarak, sosyalizmin felsefesi olan materyalizm, düşünme yöntemi olan diyalektik, bu felsefe ve yöntem temelinde Marx ve Engels’in geliştirdiği; “tarihsel materyalizm”, “değer ve artı-değer” kuramları, insanlık tarihinin en önemli eserlerinden “Kapital”, o zamandan bu zamana değişen toplumsal koşullar ve pratik deneyimler ışığında ele alınarak, üzerlerinde çalışılıp geliştirilmek üzere öylece durmaktadır.

Üçüncü olarak, insan aklının düşünme/bilme olanakları sınırsızken, ütopyaların, ideallerin yitirilmesi, umutların tükenmesi diye bir şey olamaz. İnsan aklı, sınırsız düşünme olanağı ile tarih boyunca nice “umutsuz” görünen durumlardan nice umutlar yaratmıştır.

Dördüncü olarak, yetmiş küsur yıllık sosyalizm deneyimi ve 20. yüzyıl boyunca verilmiş bağımsızlık ve eşitlik (demokrasi) mücadeleleri deneyimi, muazzam bir “toplumsal yaşam laboratuvarı” olarak, incelenip, geleceğe ışık tutacak dersler çıkarılmak üzere, orada öylece durmaktadır.

Biz, “Aşkla Sonsuz Yaşam” adlı kitabımızda, sosyalizme ilişkin düşünce ve eleştirilerimizi, “Bilimsel Sosyalizmde Özgürlük Sorunu”, “Üretim Güçlerini Geliştiren Şey Nedir?”, “Bilimsel Sosyalizmin Değer Kuramı Düşünme Ürünlerinin Değerini Ölçmede Yetersizdir”, “Bilimsel Sosyalizmde Tarihin Başı Sonu Sorunu”, “Bilimsel Sosyalizmin Mutlak Bizcilik Sorunu”, “Bilimsel Sosyalizmde Devlet Sorunu” ve “Komünist Toplumda ‘Herkese İhtiyacına Göre’ Sorunu” başlıkları altında ortaya koyarak, okuyucularımızın görüşlerine sunduk. Bu yazımızda, sosyalizmin bir siyasi pratik olarak sona ermesinin en önemli nedeni olduğunu düşündüğümüz “mutlak bizcilik” üzerinde duracağız.

3.3 Sosyalizm: “Benmerkezciliği Dışlayan Mutlak Bizcilik”

“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözü ile -özlü- ifade edilen liberalizm, burjuva benmerkezciliğinin ideolojisiydi. Sosyalizm, liberalizmin diyalektik bağlamı olarak oluşup olgunlaştı. İşçi sınıfının ideolojisi olarak, Marx-Engels tarafından olgunlaştırılan sosyalizm, vahşi kapitalizm ortamında, işçi sınıfı içinde yaygınlaşıp, kök saldı. Doğal olarak sosyalizm, burjuvaziyi işçi sınıfının sömürülmesine yönelten benmerkezciliği reddetti. İşçi sınıfının ücretli kölelikten, toplumun ücretli kölelik tehdidinden kurtuluşu için, benmerkezciliğin ortadan kaldırılması gerekiyordu.

Öte yandan, benmerkezcilik, kapitalist ekonomide yaşanan ve üretim güçlerinin israfına ve tahribatına yol açan ekonomik krizlerin de ana nedeniydi. Her metanın çok sayıda emek türünün organize işbölümü ile üretilmesi nedeniyle, üretim toplumsal idi. Ancak, kapitalist ekonomi özel mülkiyete dayandığı için, üretim kararları birbirinden bağımsız kapitalistlerce veriliyordu. Bu durum da üretime anarşik bir karakter veriyordu. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak, aşırı arz ve hammadde kıtlığından dolayı ekonomi dönem dönem krize girebiliyor, kriz de üretim güçlerini tahrip ediyordu. Bu durumda, üretim araçları ve üretim konuları üzerindeki özel mülkiyete son verilerek, bunların mülkiyetinin kamuya geçmesi halinde, her türlü sömürücü benmerkezcilik ortadan kalkacağı gibi, üretimin anarşik karakterinden kaynaklanan krizler de yaşanmayacaktı. Sosyalizmin bu anlayışı, benmerkezciliği dışlayan “mutlak bizcilik” idi.

Sosyalizme göre, tarih boyunca yaşanmış, sömürüye dayanan toplum biçimlerinde ve içinde şekillenip olgunlaştığı kapitalist toplumda bütün müsibetliklerin kökeninde benmerkezcilik bulunduğu için, insanlığın kurtuluşu için, benmerkezciliğin insan benliğinden ve toplumsal yaşamadan kazınıp atılması gerekiyordu.

3.4 Mutlak Bizcilik Pratiğe Geçiyor

1917 Ekim Devrimi ile Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi-Bolşevik (daha sonra SBKP-B) iktidara geldiğinde, sosyalistlerin, sosyalist bir toplum kuruluşu ile ilgili olarak Paris Komünü dışında hiçbir pratik deneyim mirası yoktu. Devrime müteakip bir iç savaş yaşandı ve SSCB’nin kuruluşu 1921’de tamamlandı. Ayrıca siyasi iktidar tekeline sahip olan SBKP, feodalizmin tasfiye edildiği gelişmiş bir kapitalist bir toplum değil, kapitalizmin geliştiği ancak feodal üretim ilişkilerini de barındıran çok sınıflı, çok katmanlı bir toplum devraldı. Bu nedenle sosyalist kurama uygun “sosyalist toplum” inşa süreci 1920’li yılların sonuna kadar; bir deneme-yanılma ve pratikten alınan derslerin değerlendirilmesi biçiminde gelişti. 1930’lu yıllara gelindiğinde, tarım dışındaki tüm ekonomi devletleştirilmişti. Tarımda büyük çiftliklere el konularak, mülkiyeti ve tasarrufu devlete olan “Sovyet Çiftlikleri (Sovhoz)” kurulmuştu. Küçük tarım işletmeleri ise acılı, sancılı bir kolektifleştirme uygulaması ile birleştirilerek, mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı, küçük bir kira karşılığında üyelere ait olan “Kolektif Çiftlikler (Kolhoz)” haline getirilmişti.

Ekonominin her alanında, üretim araçları ve üretim konuları üzerinde kamu mülkiyeti düzeninin kurulmasına müteakip, kaynakların dengeli ve optimal kullanılabilmesi ve azami üretim düzeyine çıkılabilmesi amacıyla, “merkezi planlama” uygulamaya konuldu. Böylece sosyalist ekonominin kuruluşu tamamlandı. Ekim Devrimi’nden 1930’ların başlarına kadar Sovyetler Birliği’nde yaşanan süreç, mutlak bizciliğin adım adım hayata geçmesi sürecidir. Sosyalist kuruluşla birlikte, “proletarya diktatörlüğü” ile benmerkezciliğin tamamen bastırılmasından sonra, hedef artık üretimi azami düzeyde bollaştırmak ve böylece “herkesin ihtiyacına göre” tüketim yapabileceği “komünist toplum”a ulaşmaktı.

Sovyetler Birliği’nden sonra sosyalist dünyaya katılan ülkeler de sosyalist kuruluşta benzer yolu izlediler.

Sosyalist ekonomide de artı-değer ve diferansiyel değer üretimi vardı. Ancak, özel mülkiyet olmadığı için, artı-değer ve diferansiyel değer özel kişilere değil, devlet üzerinden topluma aitti ve komünist toplumun yolunu açmak amacıyla, toplumsal yatırımlara harcanıyordu. Kısacası, özel mülkiyete son verilmek suretiyle benmerkezcilik baskı altına alınmakla, sömürü ortadan kalkmıştı.

Görüldüğü üzere, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerde, sosyalizm, kurama uygun, kuramda öngörülen doğrultuda pratiğe geçmiştir. Ancak, uygulama içinde, kuramdan sapılmıştır. Bunun da nedeni, bastırılan benmerkezciliğin, bir yolunu bulup dışavurmasıdır.

3.5 Benmerkezcilik Dışavurup Sistemi Deforme Ediyor

Başlangıçta, çalışanları daha etkin çalışmaya teşvik amacıyla, “manevi-onursal ödüller” verilirdi. Daha sonra, “maddi-parasal ödüller” de verilmeye başlandı. Maddi-parasal ödüllerin önemi giderek arttı. Çalışanlara, manevi-onursal ödüller yanında, maddi-parasal ödül verilmesi, insanın doğal benlik bileşenlerinden olan benmerkezciliği tatmin etmeye yönelik bir uygulamaydı.

Merkezi planlama uygulaması, başlangıçta “katı merkeziyetçi” iken, 1960’lı yıllarda işletme yöneticilerine üretim kararlarını vermede inisiyatif tanıyan “adem-i merkeziyetçiliğe” geçildi. Adem-i merkeziyet uygulamasına, işletmelerin daha verimli işletilmesini ve merkezi plan yapılırken öngörülemeyen durumlarda süratle ve isabetli karar alınmasını, böylece üretimin arttırılmasını sağlamak amacıyla geçilmiş olmalıdır. Ancak, adem-i merkeziyet, işletme yöneticileri ile Komünist Partisi şeflerinin benmerkezciliklerinin uyanıp harekete geçmesine uygun bir ortam sağlamıştır. Nitekim bunlar, Sovyetler Birliği zamanında “gizli zenginler” iken, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, “yeni zenginler” olarak ortaya çıktılar.

Sosyalist ekonomi içinde, benmerkezciliği tatmin etmeye yönelik bir başka uygulama da Kolhoz üyesi çiftçilere tanınan özel mülk sahibi olma hakkıdır. Çiftçinin, özel mülkünden elde ettiği ürünleri pazarda satıp, gelirine sahip olma hakkı vardı. Mutlak bizciliğe istisna teşkil eden bu özel mülkler küçük ölçekliydi. Ancak, bir taraftan benmerkezciliği besleyip canlı tutarken, bir taraftan da buralardan elde edilen ürünler tarımsal üretim içinde hatırı sayılır oranda bir paya ulaşmıştı.

Benmerkezcilik, insan benliğinin doğal bir bileşeni ise, onu dışlayan sosyalizm gerçekçi değildir; tıpkı, insan benliğinin bencilbizcilik bileşenini dışlayan liberalizmin gerçekçi olmaması gibi. Ne kadar yok sayılırsa sayılsın, insan benliğinde benmerkezcilik varsa, bir şekilde bir yol bulup dışavurup etkinlik gösterebilir. Sosyalizm uygulamasında, maddi ödüller, adem-i merkeziyetçilik, küçük çiftçi özel mülkiyeti olmayıp da, mutlak bizcilik kelimenin tam anlamıyla uygulanmış olsaydı dahi, insanoğlunun doğasında var olan benmerkezcilik, akacak bir yol bulabilirdi. Benmerkezciliğin sıfırlanmasına karşı ortaya çıkması en muhtemel tepki “çalışanların işine ve sisteme yabancılaşması” ve bunun sonucunda üretimin düşmesi olabilirdi. Maddi teşvikler ve küçük çiftçi özel mülkiyeti de Sovyetler Birliği yöneticilerince yabancılaşmadan kaynaklanan üretim düşüşünü önlemek amacıyla uygulamaya konulmuş olmalıdır.

3.6 Sosyalizm Benmerkezciliği İçselleştiremediği İçin Sona Erdi

Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan sonra, “Sosyalizm neden sona erdi?” sorusunu, “yaşam birimi”, “sonsuz yaşam yönelimi” ve “benmerkezcilik” kavramlarına biraz daha yakından bakarak cevap vereceğiz.

Canlı yaşam, “yaşam birimleri” halinde taşınıp kalıtılır. Canlı yaşamın, yaşam birimleri halinde taşınıp kalıtılmasını, Richard Dawkins “genlerin bencilliği” olarak adlandırır. Bundan dolayı, “bencillik” ahlaki bir olgu ve kavram değil, doğal bir olgu ve kavramdır. Yaşam birimlerinin yapıtaşı genlerdir (DNA). Genler kendilerini, proteinlere (mutasyonlar istisna) “aynen” kopyalayarak canlı yaşamı kalıtırlar. Genler protein (yaşam-kalım maddesi) bulduğu sürece, kendilerini sonsuza dek aynen kopyalayabilirler. Bundan dolayı, tüm yaşam birimlerinde “sonsuz yaşam yönelimi” vardır. Sonsuz yaşam yönelimi, her bir yaşam biriminde sonsuz yaşam-kalım maddesi talebine yol açar. Biz insanlardaki, kışlık erzak depolama, kimilerinde aç gözlülüğe varan mal mülk sahibi olma, para biriktirme eğilimi de buradan gelir. Sonsuz yaşam-kalım maddesi talebi benmerkezciliktir. Bütün yaşam birimlerinde benmerkezcilik vardır. İnsanların her biri de yaşam birimi olduğuna göre, insanın doğasında da benmerkezcilik vardır. Bu nedenle, bütün insanlar, yaşamda kalıp, yaşamlarını sonsuza dek kalıtabilmek için yaşam-kalım maddesi sağlayabilecekleri, kendilerine özel mülk sahibi olma eğilimindedirler. Bu eğilim insanların doğalarından kaynaklanır. Öte yandan, birlikte davranmaları halinde, yaşam birimi olarak yaşamda kalmada daha avantajlı oldukları için de insanlar bencilbizcidirler. İnsan benliği bir “benmerkezcilik/bencilbizcilik bileşimi”dir. İçine doğdukları toplumsal-kültürel ortamın ve yaşam deneyimlerinin sonucu olarak, bazı insanların benliğinde benmerkezcilik, bazılarında da bencilbizcilik bileşeni ağır basar. Benmerkezci insanların dayanışması, “benmerkezci sınıfları”, bencilbizci insanların dayanışması da “bencilbizci sınıfları” oluşturur. Benmerkezcilik, insanları sınırsız yaşam-kalım maddesi talebine yöneltirse de bencilbizcilik, benmerkezciliğin “sınırsız yaşam-kalım maddesi talebi”ni dizginleyerek sınırlar. Bencilbizciliğin bu; dizginleyici, sınırlayıcı etkinliğini, tarih boyunca ve günümüzde adalet mücadelesi, birlikte yaşama ve dayanışma kültürü olarak görürüz.

Bu açıklama çerçevesinden baktığımızda; insan benliği, bir benmerkezcilik/bencilbizcilik bileşimi ise “mutlak bizci” bir ideoloji olarak sosyalizm, bu özelliği nedeniyle insanın doğal gerçekliğine uygun değil demektir. Sosyalizm, sömürünün ortadan kaldırılması amacıyla sömürücü benmerkezciliği kazıyıp atayım derken, insan benliğinin doğal bileşenlerinden birisini tamamen yok etmeye yönelmiştir. Proletarya diktatörlüğüne ve “sosyalist kültür” oluşturma gayretlerine rağmen, bir yol bulup dışavurarak kendini hissettiren benmerkezciliği tatmin etmek, benmerkezciliklerinin hareketi sonucu, çalışanların sisteme yabancılaşmasının önüne geçmek amacıyla, SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde yaşanan pratik içinde yapılan ve mutlak bizcilik ile bağdaşmayan uygulama değişiklikleri ise, benmerkezciliği canlı ve faal hale getirmiştir. Benmerkezciliğin canlılığının ve faaliyetinin artması da esas olarak mutlak bizcilik üzerine kurulup yapılandırılmış olan sistemin deformasyonu ve dejenerasyonuna neden olarak, içten içe zayıflatıp, çürütmüştür. Gorbaçov’un “glasnost ve perestroyka” reformları ile sistem kurtarılmaya çalışılmışsa da o zamana kadar her dokusuna metastaz yaparak sosyalist yapıyı sarmış, böylece “atı alıp üsküdarı geçmiş” olan benmerkezcilik, Yeltsin kılığına bürünerek sistemi çökertmiştir. “Batan geminin malları” da kapanın elinde kalmıştır. Sovyetler Birliği’ni diğer sosyalist ülkeler izlemiştir.

Sonuç olarak; yetmiş küsur yıllık sosyalizm deneyiminden çıkarılması gereken en önemli derslerden birisi bizce şudur: bir toplumsal sistemin başarılı ve kalıcı olabilmesi için bencilbizcilik yanında benmerkezciliği de içselleştirmesi gerekir. Bununla birlikte, tarihten ve güncelden biliyoruz ki toplumsal yaşamda yaşanmış bütün müsibetliklerin temel nedeni de benmerkezciliktir. Benmerkezcilik, insanlar arasında ayrışmaya ve çatışmaya neden olarak toplumsal yaşamı kaosa yöneltir. Benmerkezcilik insanın doğasında varsa, bu nedenle her sistemin başarılı ve kalıcı olabilmek için benmerkezciliği içermesi gerekiyorsa, benmerkezcilik de kaosa neden oluyorsa, insanlık kaotik yaşama mahkûm mudur?

İnsanlar arasında ayrışmaya ve çatışmaya neden olması, benmerkezciliğin tarih boyunca “sömürücülük” olarak etkinlik göstermesindendir. Öyleyse, benmerkezcilik sömürücülük özelliğinden arındırılırsa, insanlık kaotik yaşama mahkûm olmaktan kurtulabilir. Benmerkezciliğin sömürücülük özelliğinden arındırılması, hem benmerkezciliği hem bencilbizciliği içeren “özel/kolektif bileşimi bir mülkiyet” tarzının toplumsal yaşamda egemen olması ile mümkün olabilir. Peki, böyle bir mülkiyet tarzı mümkün müdür? “İnsan aklının düşünme olanakları sınırsızdır.” düşüncesine dayanarak, bu soruya “mümkündür” cevabını vermenin de ötesinde, böyle bir mülkiyet tarzı, denenmiş, uygulanmış ve başarılı olmuş olarak karşımızda durmaktadır: “Mondragon Kolektifi”

4. Kurtuluş Kolektifler Sistemine Dayanan “Demokratik Toplum”

4.1 Mondragon Kooperatifi’nin Kuruluşu ve Gelişmesi

Mondragon Kooperatifi 1956 yılında İspanya’nın Bask bölgesindeki Mondragon kasabasında kurulmuştur. İç Savaş sırasında, Bask halkı Cumhuriyetçileri desteklediği için, Franco, Bask bölgesini kamu hizmetlerinden mahrum eder. Bölgede işsizlik ve yoksulluk yaygınlaşır. 1941 yılında Mondragon’a Don Jose Maria Arizmendi adında bir din adamı tayin edilir. Arizmendi, bölge gençlerinin işsizlik sorununa çözüm olarak 1942 yılında “Mondragon Eskola Politeknikoa” adlı bir teknik meslek okulu açar. Bu okuldan 1952’de mezun olan beş genç mühendis, 1956 yılında, 24 işçi ile birlikte Ulgor (bugün Fagor) adlı endüstriyel işçi kooperatifini kurar. Ulgor ocak ve soba imalatı ile işe başlar, gaz sobaları ve bütangaz imalatı ile ve büyüyerek devam eder. 1959’da, Arizmendi’nin önerisi ile yeni kooperatiflere teknik yardım ve finansman sağlamak üzere bir finansman kurumu kurulur. 1970-76 yılları arasında konut kooperatifleri, tarımsal kooperatifler ve tüketim mağazaları kurulur. Yine 1970’li yıllarda kooperatif üyelerinin sağlık ve sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamak üzere Lagun Aro adlı sosyal güvenlik kuruluşu kurulur. Bunlara ilaveten sistemi desteklemek üzere, banka araştırma enstitüsü, işletme geliştirme grubu ve okullar ve eğitim merkezleri kurulur. Sisteme destek olmak üzere kurulan kurumlar dışındaki kooperatifler üç grupta toplanmıştır: altı şirketten oluşan “finansal grup”, yetmiş şirketten oluşan “endüstriyel grup” ve yedi şirketten oluşan “dağıtım grubu”. Bunların dışında Mondragon’un bünyesinde altı “eğitim merkezi ve okul” bulunmaktadır. Ayrıca Mondragon, onbir ticari markanın sahibidir. Finans grubundaki Caja Laboral Popular, İspanya’nın 13. Büyük bankası, dağıtım grubundaki Eroski, İspanya’nın en büyük dört perakendeci kuruluşundan birisidir. 1956’da 24 üye ile işe başlayan Mondragon kooperatiflerinde çalışan sayısı halen 85.000’e ulaşmıştır.

Kısacası, Mondragon, ekonomik hayatın hemen hemen her alanında başarılı olmuş bir deneyimdir.

Mondragon’a nasıl üye olunur, yapılanması ve işleyişi nasıldır?

4.2 Mondragon Kooperatifi’ne Üyelik Yapılanma ve İşleyiş

Kooperatiflere üyelik, belirlenen iş için uygun nitelikleri taşıyan kadın erkek herkese açıktır. Tüm yeni üyeler yaklaşık 5.000 USD ödeyerek kooperatife katılır. Tüm çalışanlar kooperatif üyesi ve bir oya sahiptir. Üyeler yönetim ve denetim kurulunu, yönetim kurulu üst yönetimi seçer. Ücretler iş güçlüğü, performans, deneyim ve kişisel beceriye göre belirlenir. En yüksek ücret, en düşük ücretin en çok 4,5 katı olabilir. Gelirin bir kısmı ücret olarak ödenir. Her üyenin kooperatif bünyesinde “bireysel iç sermaye hesabı” vardır. Gelirin %70’i bu hesaba konur. Bu hesap satılamaz, oy hakkı tanımaz. Gelirin %30’u da kolektif bir hesapta sermaye oluşumu ve kooperatifin geliştirilmesi için toplanır. Kooperatiften ayrılmak isteyen üye, bireysel iç sermaye hesabında biriken paranın %75’ini alabilir, %25 yeni iş yaratmak için alıkonur ve emekliliğinde ödenir.

Buraya kadar, konuyu araştırmış olan, bu yazıda yararlandığımız ve kaynakça da belirtilen yazarlara uyarak, Mondragon’u, “kooperatif” olarak niteledik. Ancak, biz Mondragon’u “kolektif” olarak nitelemenin daha uygun olacağını düşünüyoruz.

4.3 Mondragon Kooperatif veya Şirket Değil Kolektiftir

Mondragon’u iki nedenden dolayı “kooperatif” olarak değil ”“kolektif” olarak niteliyoruz.

Bir defa, kooperatifçilik faaliyeti, kooperatif üyelerinin başlı başına bir işi değildir. Başlı başına bir işi olan kişiler, kooperatif halinde bir araya gelerek, mal ve hizmetlerini azami değerle değerlendirmek veya küçük imkanları ile yapamayacakları işleri, imkanlarını bir araya getirerek başarmak isterler. Örneğin tarım kooperatiflerinde, kooperatif üyesi olan çiftçilerin ekip biçtikleri kendilerine ait arazileri, yetiştirdikleri hayvanları vardır ve elde ettikleri ürünleri daha iyi değerlendirmek için kooperatif kurarlar. Örneğin kamyoncular ve otobüsçüler kooperatifi, kamyon ve otobüs sahibi olan üyelerine, aralarında rekabet etmeden, belli sayıda yük ve yolcu temini ve en uygun fiyattan taşıma olanağı sağlar. Örneğin yapı kooperatifleri, her birisinin ayrı işi olan üyelerine, uygun fiyattan arsa temini ve uygun maliyetle konut, işyeri sahibi olma olanağı sağlar. Oysa Mondragon’da, üyelerin kolektif dışında ayrı bir işi olmayıp, işleri Mondragon kuruluşlarının birisinde mühendislik, işçilik, ustalık, ustabaşılık, öğretmenlik, veznedarlık, muhasebecilik, yöneticilik vs. yapmaktır.

İkinci olarak, kooperatiflerde, üyelerin bir taraftan çalışan olarak ücret alması bir taraftan da ortak olarak kooperatif gelirlerinin belli bir oranının “kişisel sermaye hesabı”nda toplanması gibi bir durum söz konusu değildir.

Yukarıdaki iki nedenden dolayı, Mondragon, bir kooperatif değildir.

Öte yandan, Mondragon, bir ortaklık olması ve gelirlerinin belli bir oranının ortaklarının “kişisel sermaye hesapları”na dağıtılması bakımlarından “anonim şirket”i andırıyorsa da, anonim şirketten oldukça farklıdır. Çünkü anonim şirketlerde, ortakların payları oranında oy hakkı varken, Mondragon’da her ortağın payı ne olursa olsun bir oy hakkı vardır. Bu nedenle, Mondragon bir anonim şirket de değildir.

Ortakların ortak mülkü olduğu için, Mondragon’da “kolektif mülkiyet” vardır. Mondragon, ortakları dışında kimseye ait olmadığı için, ortakların “kolektif özel mülkü”dür. Ortaklarının her birinin “kişisel sermaye hesabı” olmasından dolayı da Mondragon her bir ortağın “kişisel özel mülkü”dür. Kısacası, Mondragon, özel mülkiyet ile kolektif mülkiyet bileşimi olan, kendine özgü bir işletme biçimidir. Karakteristik özelliği kolektiflik olduğu için, Mondragon’u “kolektif” olarak niteliyoruz.

4.4 Sınıfsız Sömürüsüz Bir Toplum (Demokratik Toplum) İçin Kolektifler

4.4.1 Kolektiflerin Uygulanma Esnekliği

Mondragon deneyiminin gösterdiği gibi, kolektif işletmeler uygulama olanakları bakımından büyük bir esnekliğe sahiptir. Kolektif işletme, başta sanayi, tarım, hizmetler (eğitim, sağlık, bankacılık, sigortacılık, ulaştırma, haberleşme, mimarlık, mühendislik, avukatlık, müşavirlik vs.) olmak üzere, ekonomik hayatın her alanına uygulanabilir. Birkaç üyelik kolektiften, binlerce üyelik kolektife kadar, her büyüklükte kolektif kurulabilir. Hem bireysel üyelerden hem de kurumsal-kolektif üyelerden oluşan karma üyeli kolektifler kurulabilir. Kolektifler alt uzmanlık kolektifleri kurabilecekleri gibi, üst sektörel kolektiflere de katılabilirler. Bu esneklikleri nedeniyle, kolektifler ekonomik yaşamın her alanına yayılabilir.

4.4.2 Kolektifler Ekonomiye Egemen Olduğunda Kapitalist Toplum Sona Erer

Kolektif işletmeler ekonomiye yayılıp, ekonomik yapılanma bir “kolektifler örgüsü” haline doğru geliştikçe, toplumsal yaşamda olabilecek köklü değişiklikleri ve bu değişikliklerin kapitalist toplumu adım adım nasıl tasfiye edeceğini ve yeni bir toplum biçimine; “demokratik toplum”a nasıl geçileceğini kestirmek güç değil. Kolektiflerin yayılmasının sağlayacağı değişiklikleri, aşağıda satırbaşları ile ortaya koyacağız.

– Ekonomik yapılanma bir kolektifler örgüsü haline geldiğinde, insan benliğinin doğal bileşenlerine uygun olarak; hem benmerkezciliği hem de bencilbizciliği içeren bir sistem oluşacaktır.

– Kolektif ortağı/çalışanların üreteceği artı-değer ve diferansiyel değer, kolektifte kalarak, “kişisel sermaye hesabı”na ve “ortak sermaye hesabı”na girerek, ortakların kendilerine ait olacağı için, sömürü ortadan kalkacaktır.

– Ücretler ve “kişisel sermaye hesabı”, bilgi yetenek ve deneyime göre belirleneceği için, benmerkezcilik, bir bilgi, yetenek ve deneyimi geliştirme -kardeşçe- rekabetine dönüşecektir. Bilgi, yetenek ve deneyimi geliştirme rekabeti, bilim ve teknolojiyi görülmemiş derecede ilerletecektir. Öte yandan, kolektifin geliri ne kadar artarsa, “kişisel sermaye hesapları”ndaki birikim o kadar çok olacağı için, çalışanlar kolektif gelirini arttırabilmek amacıyla büyük bir gayretle çalışacaklardır. Böylece benmerkezcilik, kolektifin gelirinin arttırılması için gayretli çalışma olarak etkiyecektir.

– Kolektifler sistemi ekonomiye egemen olduğunda, artı-değer ve diferansiyel değer kolektifte kalacağı için, sömürücü burjuva benmerkezciliğinin zemini ortadan kalkacaktır. Sömürücü burjuva benmerkezciliğinin zemini ortadan kalkınca, artı-değer ve diferansiyel değer sömürüsü amacıyla sermaye hareketine yer kalmayacaktır.

– Kolektifler sistemi ekonomiye egemen olduğunda, herkes kolektif ortağı/çalışanı olacağı ve sömürü de ortadan kalkacağı için, “sömürücü-egemen sınıf/sömürülen-tâbi sınıf” ayırımı ortadan kalkacak, sınıflar tarihe karışacak, böylece insanlar arası her türlü bağımlılık ve eşitsizlik ilişkisi sona erecektir.

– Herkes bilgi, yetenek ve deneyimine göre gelir elde edeceği için, ücretler ve diğer gelirler arasındaki uçurumlar ortadan kalkacak, gelir dağılımı adil olacaktır.

– Sınıflar ortadan kalkacağı için, toplumsal ayrışmanın yerini, “kolektif çalışanı/ortaklığı” zemininde dayanışma ve kardeşçe rekabet alacaktır. Toplumsal ayrışmaların yol açtığı kıyasıya yıkıcı rekabetten kaynaklanan düşmanlıkların ve çatışmanın yerini barış ve dostluk ilişkileri alacaktır.

– Barış ve dostluk ilişkileri ile örülmüş, içinde refah, huzur ve mutluluk içinde yaşanan toplumsal yaşam ortaya çıkacaktır.

– Artı-değer ve diferansiyel değer sömürüsü amacıyla sermaye hareketine yer kalmamışsa, böylece sömürücü burjuva benmerkezciliği zeminini kaybetmişse, sınıflar ortadan kalkıp, bağımsız ve eşit birey ilkesi toplumsal yaşamın her alanına sinmişse, bu artık kapitalist toplum olmayacaktır. Yeni toplum biçiminin adı, “Özgürlük Eşitlik Kardeşlik” sloganının tam olarak hayata geçtiği “demokratik toplum” olacaktır.

Kolektifler sistemi demokratik toplumun belkemiğidir. Ancak, demokratik toplumun oluşması için, kolektifler sisteminin yayılması sürecinde, bu sürece başka uygulamaların da eşlik etmesi gerekir.

4.4.3 Kolektifler Sistemine Destek Uygulamalar

– Kolektifler, yasalarla düzenlenmiş mevcut işletme biçimlerinin dışında bir işletme biçimi olduğu için, kolektiflerin kuruluşunu, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen bir “kolektifler kanunu” çıkarılmalıdır. İlaveten, kolektiflerin ve ortaklarının vergilendirmesi, sosyal güvenlikleri vs. hususlarda ilgili mevzuatta gereken değişiklikler yapılmalıdır.

– Ekonominin kaynaklarının etkin ve verimli kullanılabilmesi, böylece kalkınma-büyüme hedeflerine ulaşılabilmesi amacıyla, ekonominin kamu-özel tüm aktörlerinin katılımıyla, makroekonomik planlama yapılmalıdır.

– Kamunun elindeki tüm işletmeler, bedeli karşılığında ve uygun ödeme koşullarıyla çalışanlara devredilerek kolektif statüsüne getirilmelidir.

– Ekonomik hayatın her alanında kolektif kurulması çeşitli araçlarla teşvik edilmelidir. Bu amaçla bir kolektifler bankası kurularak, çalışanlara devredilen kamu işletmelerinin bedelleri bu bankaya sermaye olarak aktarılarak, yeni kurulacak kolektiflere finansal destek sağlanmasında kullanılmalıdır.

– Bilgi hukuku, ileri teknolojiye sahip olmaktan kaynaklanan “tekel” durumunu ortadan kaldırmak amacıyla, “bedelini ödeyen herkesin bilgi/teknolojiye sahip olabilmesi” esası temelinde düzenlenmelidir.

– Eğitime özel bir önem verilerek; varsıl ya da yoksul olsun tüm çocukların, gençlerin çağın en ileri bilgisiyle donanmalarını sağlamak amacıyla, eğitime azami kaynak ayrılmalıdır.

– Tarımda en ileri teknoloji kullanılarak azami ürün alınabilmesi için gerekli tarımsal işletme büyüklüğüne erişebilmek amacıyla, tarım kolektifleri kurulması teşvik edilmelidir.

– Kolektifler sistemi topluma egemen oluncaya kadar, kapitalist işletmeler ve buna bağlı olarak benmerkezci burjuvazi ve işçi sınıfı varlığını sürdüreceği için, işçilere insanca ücret ve çalışma koşulları sağlayacak iş hukuku düzenlemeleri yapılmalıdır.

– Kolektifler sistemi topluma egemen oluncaya kadar varlığını sürdürecek olan kapitalist işletmelerin kolektiflerle haksız rekabete girmelerini önlemek için, rekabet kanunda, gerekirse değişiklikler yapılmalıdır.

– Doğal kaynakların ekonomik kullanımını ve insanların sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlayacak çevre hukuku düzenlemeleri yapılmalıdır.

Sonsöz

Mondragon Kolektifi deneyiminde çok şey var! Üzerinde çok duralım, çok kafa yorup, çok inceleyelim. Bu nedenle, bütün demokratları “kolektifler sistemi” üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Özellikle de “nasıl mümkün olamayacağı” üzerine değil, “nasıl mümkün olabileceği” üzerine düşünmeye. Çünkü düşünme olanakları sınırsız olan insan aklı için “imkânsız” diye bir şey olamaz. Mondragon gibi yaşanmış ve başarılı olmuş bir örneğe bakarak da diyebiliriz ki “demokratik toplum” bir ütopya değildir. Zaten hangi ütopya “ütopya”dır ki…

KAYNAKÇA
-Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, Tübitak Yayınları, Ank. 1994
-Richard Dawkins, Gen Bencildir, Tübitak Yayınları, Ank. 1995
-Mehmet Uysal, Hazinenin Düşüncesi, Çitlembik Yayınevi, İst. 2005
-Mehmet Uysal, Aşkla Sonsuz Yaşam, Çatı Yayınları, İst. 2013
-Yrd. Doç. Dr. Menaf Turan, Sovyetler Birliği’nde Toprak Mülkiyeti, AÜSBF Dergisi, 2011, Cilt 66, No: 3
-SBKP (Bolşevik) Tarihi, Aydınlık Yayınları, İst. 1975
-Andrei İlliesch, Kızıl Babalar (Sovyetlerde Mafya), Sel Yayıncılık, İst. 1991
-Baha Kuban, Ekonomik Demokrasi, Cumhuriyet BT Eki, 08.06.2012
-Baha Kuban, Mondragon Kooperatifi, Cumhuriyet BT Eki, 22.06.2012
-Özlem Yüzak, Kazova İşçileri ve Patronsuz Üretim, Cumhuriyet, 11.09.2013
-Doç. Dr. Nurcan Turan, Mondragon İşçi Kooperatifleri, Kooperatif Dünyası, Ekim-Kasım 1997