Dünya Demokratik Bilgi Hukuku

1. Rekabet İçinde Tekel Teknolojik İlerlemeyi Frenliyor

Batı Avrupa’da 19. yüzyılın son çeyreğine kadar sürmüş olan rekabetçi kapitalizm ortamında, kapitalistlerin rekabette üstün olabilmek için sürekli yeni teknolojiler talep etmesi, bunun da bilimsel ve teknolojik faaliyetleri kışkırtması sonucunda, 19. yüzyılın ortalarında “Sanayi Devrimi” denilen olgu yaşandı. Ancak tekellerin ekonomiye egemen olup, teknolojik ilerlemeyi kontrol edebilir konuma gelmeleriyle birlikte, teknolojik ilerlemenin nispi ivmesi düşmeye başladı.  Ancak, 1960’lı yıllardan itibaren  rekabetin, bu kez dünya çapında canlanmsıyla, bilim ve teknolojide 1970’li yıllardan itibaren “şahlanış” olarak nitelenebilecek bir atılım başladı. Çünkü, dünya boyutunda tekelliği kalmayan eski tekeller, kendilerini içinde buldukları küresel rekabet ortamında, rekabette üstün olabilmek için yeni yeni teknolojiler talep etmeye başladı. Büyük bir çoğunluğu da 19. yüzyılda olduğu gibi, mucitlerin icatlarını beklemek yerine, kendi teknoloji araştırma geliştirme (AR-GE) birimlerini kurarak, buralarda çalıştırdıkları teknoloji işçilerinin ürettiği teknolojinin mülkiyetine sahip oldular.  AR-GE birimlerinde üretilen her yeni teknoloji, buna sahip olan kapitaliste bir “tekel konumu” sağladı. Çünkü yeni teknoloji, onu kullananlara, başta maliyeti düşürme olmak üzere, birçok avantajlar sağlar.  Bu durum, yeni teknolojinin tek maliki olan firmaya, bu teknolojinin kullanım bedelini istediği gibi tespit etme, yani tekel gibi davranma fırsatı verir. Ancak, rakiplerinin de aynı teknolojiyi üretme olanağı bulunduğu için, bu tekel konumu geçici oldu, onların yerine rakipleri tekel oldu. Rakiplerini tekel tahtından indirebilmek için, onlardan daha ileri teknolojiyi devreye soktular, böylece tekel konumlarını geri kazandılar. Ancak bu da geçici oldu.  Tekel konumu kapitalistler arasında sürekli el değiştirmekle beraber, kapitalizmin genelinde tekelciliğin sürekli  olmasından dolayı, biz küresel kapitalizmin bu özelliğini “rekabet içinde tekelcilik” olarak adlandırıyoruz. Kapitalistlerin tekel konumları sürdüğü sürece, daha yeni teknolojileri kullanmaları düşünülemeyeceği için, teknoloji kapitalistin kâr güdüsüne bağlı olarak gelişmektedir. Çünkü, kapitalistin temel amacı kâr elde etmektir. Bu nedenle, kapitalist, mevcut teknolojiyi tekel karı sağladığı sürece kullanmaya  devam etmekte, aynı teknolojiyi rakipleri de kullanmaya başlayıp, tekel konumunu sona erdirip, tekel kârı, normal kâr düzeyine indiğinde ise, kaybettiği tekel konumunu yeniden kazanabilmek, böylece tekel kârına yeniden kavuşabilmek için yeni teknolojileri devreye sokmaktadır. Bunun sonucu da, teknolojik ilerlemenin kapitalistin kar güdüsü ile frenlenebilmesidir. Başka bir deyişle, kapitalistin, kapitalizmin doğasından gelen “kâr güdüsü”nün yol açtığı rekabet içinde tekelcilik, teknolojik ilerlemeyi ya da üretim güçlerinin gelişmesini frenlemektedir.

2. Bilgi Hukuku Anti-Demokratiktir

Küresel kapitalizmin rekabet  içinde tekelcilik ortamı, teknoloji mülkiyetinin önemini kat be kat arttırmıştır. Bu nedenle, “patent haklarının korunması” özel bir önem kazanmıştır. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından organize edilen Uruguay Raundu sonunda üye ülkelerce imzalanan TRIPS anlaşması ile patent haklarının korunması için daha sıkı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır. Bu tedbirlerden birisi de patent kanunlarına, AR-GE birimlerinde çalışan teknoloji işçilerinin buluşlarını kapitaliste vermemeleri durumunda ağır para cezası yanında hapis cezası ile de cezalandırılmalarını öngören hükümler konulmasıdır. Biz bu tespiti Türkiye ve İngiltere’nin patent mevzuatında yapılan değişikliklere istinaden yaptık. Çok büyük olasılıkla, TRIPS anlaşmasını imzalamış olan diğer ülkelerin mevzuatında da benzer değişikliklerin  yapılmış olduğunu düşünüyoruz. Demek oluyor ki, liberal kapitalizin “sözleşme serbestisi” ilkesi çerçevesinde, kapitalistin teknoloji işçisi ile özel hukuk çerçevesinde yapacağı “iş sözleşmesi”nin, buna uyulmaması  durumunda teknoloji işçisinin karşılaşacağı tazminat, teknoloji mülkiyeti için kapitaliste yeterli güvence sağlayamamış, bundan dolayı ceza hukuku çerçevesinde hapis cezası tehdidine ihtiyaç duyulmuştur. Örneğin otomobil fabrikasında çalışan beden işçisi için “ürettiğin otomobili işverene vermezsen ağır para ve hapis cezası ile karşılaşırsın”  gibi bir hüküm öngörülmemişken, teknoloji işçilerinin, özel hukuk kapsamında tazminat ile caydırılmasıyla yetinilmeyip, kamu hukuku kapsamında ağır para ve hapis cezası ile tehdit edilmesi oldukça anlamlıdır. Bunun anlamı, teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlılığının arttırılıp, pekiştirilmesidir. Burjuvazi ile teknoloji işçileri arasındaki bağımlılık ilişkilerinin pekiştirilmesi, küresel kapitalizmin özgürlükçülük kabuğu ile örtülmüş liberalizminin anti-demokratikliğinin diğer bir göstergesidir.

Kapitalistin kâr güdüsünün etkinliğinin sonucu olarak oluşan  “rekabet içinde tekelcilik”, tüketicilerin sürekli tekel fiyatları ile yeni teknoloji ürünü satın almak durumunda kalmasına yol açmak yanında, teknolojinin ilerlemesini frenleyerek üretim  güçlerinin gelişmesini engellediğine, bunun da başlıca nedeni teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlılığı üzerine kurulu, bu nedenle anti-demokratik bilgi hukuku olduğuna göre, demokratik bir dünya için bilgi hukukunun küresel boyutta demokratikleştirilmesi gerekmektedir. Öyleyse, demokratik bir bilgi hukukunun ana çizgileri ne olabilir?

3. Dünya Demokratik Bilgi Hukuku

3.1 Teknoloji Araştırma Faaliyeti Kapitalistten Bağımsızlaşmalıdır

Teknoloji araştırma faaliyeti gösteren işletmeler, kapitalistten bağımsız olmalıdır. Ancak, bu işletmelerin “teknoloji kapitalistleri”nin doğmasına yol açmaması için, teknolojik araştırma ile uğraşan kurumlar, patrondan ve partrona bağlı teknoloji işçilerinden oluşan “şirket” biçiminde değil, yönetiminde eşit oy hakkına sahip kurum mensuplarının, faaliyetlere  bilgi ve deneyim düzeyleriyle katkıda bulunacakları ve gelirden katkılarıyla orantılı pay alacakları yeni bir işletme türü biçiminde yapılandırılmalıdır. Biz bu yeni işletme türü için “Teknoloji Araştırma Kolektifi” adını öneriyoruz. Kuşkusuz mevcut kapiatlist Ar-Ge’ler varlığını sürdürebilecek ve ortaklarının/sahiplerinin  rızası hilafına “kolektif” olarak yapılandırılmayacaktır. Bu durumda, teknolojik araştırma faaliyetlerinin kolektifler halinde  yapılandırılması süreci, devletin elindeki Ar-Ge kurumları “kolektif”e dönüştürülerek ve mevcut ya da yeni kurulacak özel Ar-Ge’lerin “kolektif” biçiminde organize edilmesi teşvik edilerek gerçekleştirilebilir.

3.2 Teknoloji Piyasası

Teknoloji araştırma geliştirme faaliyetleri, büyük firmalara bağlı AR-GE birimleri veya şirketleri,  devletin  teknoloji araştırma geliştirme kurumları, üniversitelerin bünyesindeki teknoloji araştırma geliştirme birimleri ve bağımsız mucitler tarafından yürütülmektedir. Bu faaliyetler sırasında geliştirilen ve “buluş” denilen teknolojiler, devletlerin patent daireleri tarafından, patent kanunlarında öngörülen usul ve esaslara göre, sahipleri adına tescil  edilmektedir. Devletlerin patent dairelerine tescil ettirilerek mülk edinilen buluşlar, ilk malikleri tarafından kullanılabildiği gibi, üçüncü kişilere de satılabilmektedir.

Teknolojilerin gerek ilk malikleri tarafından kullanılmasını gerekse üçüncü kişilere satışını kapitalistin kar güdüsünden kaynaklanan rekabet içinde tekel durumu belirlemektedir. Bu çerçevede, kapitalist, sahibi olduğu yeni teknolojiyi, kullanmakta olduğu teknoloji ile elde ettiği rekabette üstünlüğünü ya da tekel konumunu koruduğu sürece devreye sokmamaktadır. Rakiplerinin aynı teknolojiyi kullanması sonucunda, rekabette üstünlüğünü ya da tekel konumunu kaybeder kaybetmez de, bu konumunu yeniden kazanabilmek  için yeni teknolojiyi devreye sokmaktdır. O zamana kadar da yeni tekonolojileri kasalarında  saklamaktadırlar. kapitalistin hangi teknolojiyi ne zaman devreye sokacağını kar güdüsüne göre ayarlaması, ilk bakışta “hukuka uygun” gibi görünmektedir. Öyle ya, “mülkiyet hakkı”, malike mülkü üzerinde dilediği gibi tasarruf etme  yetkisi verdiğine, patent dairesine tescil ettirdiği teknoloji de mülkü olduğuna göre, kapitalist, mülkiyet hakkı çerçevesinde maliki olduğu teknolojiyi istediği gibi kullanabilir. Acaba mülkiyet hakkı, hiçbir şekilde dokunulamayan, sınırlamayan mutlak bir hak mıdır?  Hayır, mülkiyet hakkının, bu hakkın özüne dokunulmadan, “kamu yararı” temel kriterine göre kısıtlanıp, sınırlandırılması da hukuka uygundur. Hukuk literatürü ve uygulamasında, mülkiyet hakkının, kamu yararı temelinde  kısıtlanmasının esas ve usullerine ilişkin oldukça yerleşmiş kurallar vardır. Peki, teknoloji üzerindeki mülkiyet hakkı, hangi kamu yararına dayanılarak, özüne dokunulmadan nasıl kısıtlanabilir?

Yukarıda ortaya koyduğumuz üzere; teknoloji üzerindeki sınırsız mülkiyet hakkı, toplumsal yaşamda iki ana olumsuz sonuca yol açmaktadır. Birincisi, kapitalistlere sağladığı tekel konumu nedeniyle, yeni teknoloji ürünlerini tüketicilerin tekel fiyatları ile satın almasıdır. Tekel fiyatı ile satışı sonucunda, normal piyasa fiyatının üstünde ile tekel fiyatı satış yapılarak  haksız kazanç elde edilmesidir. Haksız kazancın yanında, tekel fiyatından satıldığı için “pahalı” olan yeni teknoloji ürünlerine sahip olamadıkları için,  geniş kalk kiteleleri ileri teknolojinin yaşamlarına sağlayacağı katkıdan yoksun kalmaktadırlar. Teknoloji üzerindeki sınırsız mülkiyet hakkının ikinci olumsuz toplumsal sonucu ise, teknolojik ilerlemenin frenlenmesi nedeniyle, nice nice yaşamları kurtarabilecek, insanların günlük hayatlarını kolaylaştırarak yaşam kalitesini arttırabilecek, yaşam süresini uzatabilecek buluşların, insanlığın yararına olarak hemen kullanılmayıp, kar güdüsü nedeniyle patent dairelerinin raflarında, şirtketlerin kasalarında çekmecelerinde kilit altında tutulmasıdır. Bu iki olumsuz toplumsal sonucu nedeniyle, teknoloji üzerindeki sınırsız mülkiyet hakkının sınırlanmasında kamusal yarar vardır.

Öte yandan, teknolojik bilginin arkasında, insanlığın binlerce yıl boyunca süregelmiş ve sayısız insanın katılımıyla gerçeçekleştirlmiş düşünme faaliyeti sırasında üretilerek “dil” hazinesine katılarak taşınmış  bilgi  birikimi vardır. Bu nedenle teknolojik bilgi üzerinde kamunun hakkı vardır. Sınrsız teknoloji mülkiyetinin yukarıda belitilen olumsuzlukları nedeniyle kamu yararına sınırlandırılmasının bir başka hukuki dayanağı da, teknoloji üzerindeki, sözkonusu kamusal haktır.

Peki öyleyse, mülkiyet hakkının özüne dokunulmadan, tekelciliğin önlenmesi ve yeni teknolojilerin hemen devreye sokulmasının sağlanması amaçlarıyla, teknoloji üzerindeki sınırsız mülkiyet hakkı  nasıl sınırlanabilir?

Hem teknoloji maliklerinin mülkiyet hakkının korunması hem de kamu yararının elde edilebilmesi, bir “teknoloji piyasası” oluşturulması ve bütün teknoloji hareketlerinin bu borsa  üzerinden gerçekleştirilmesiyle sağlanabilir.

Teknoloji piyasasının işleyişi nasıl olacaktır.

Her şeyden önce ülkeler bazında, kamusal yetkilerle donatılmış bir “Teknoloji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu (TPDK)” oluşturulacaktır. Teknoloji piyasası düzenleme ve denetleme kurumu başkanlarından oluşan bir “Dünya Teknoloji Piyasası Meclisi” kurulacaktır. Teknoloji piyasasının kuruluşunun ve işleyişinin temel ilkeleri “meclis” tarafından belirlenecek ve her ülkenin kurumu, bu temel ilkeleler çerçevesinde ülkelerinin tekonoloji piyasasının kuruluş ve işleyiş kurallarını belirleyip, işleyişi denetleyeceklerdir.

Devletlerin patent dairelerinin işlevleri, TPDK’na devredilecektir. Böylece, teknoloji mülkiyetine ilişkin kayıtların tutulması, mülkiyeti gösteren belgelerin düzenlenerek maliklere verilmesi ve mülkiyet değişimlerinin kaydedilmesi TPDK’nın görevlerinden  olacaktır.

Teknoloji konusunda teknik ve hukuki bilgi ve deneyim sahibi uzmanların görev yapacağı “Teknoloji Piyasası Aracı Kurumları” oluşturulacaktır. TPDK, belirlediği kurallar çerçevesinde, öngördüğü koşullara uyan firmalara, “Teknoloji Piyasası Aracı Kurumu Belgesi” verecektir. Bütün teknoloji alım satım işlemleri, alıcı veya satıcılar tarafından “Aracı Kurumlar”a verilen alım-satım emirleriyle gerçekleştirilecektir.

Yeni üretilen her teknoloji, TPDK’na tescil edilmesine müteakip, bir Aracı Kurum aracılığı ile Piyasa’da satışa sunulacak. Ancak, teknolojinin malikinin, malik olduğu teknolojiyi öncelikle ve bedelsiz olarak satın alma hakkı olacaktır. Malik bu hakkını, yeni ürettiği teknolojiyi satışa sunar sunmaz kullanmadığı takdirde, üçüncü şahısların bu teknolojiyi satın alma hakkı doğacaktır. Teknoloji maliki, Piyasa üzerinden öncelikle ve bedelsiz olarak satın aldığı teknolojiyi, TPDK tarafından belirlenecek kullanım süresi içinde kullanmadığı takdirde, bu teknolojiyi, öncelikle ve bedelsiz olarak satın alma hakkı olmaksızın, Piyasa’da satışa sunmak zorunda olacaktır.

Teknoloji piyasaları, ülkeler bazında kurulacak, ancak isteyen istediği ülkenin piyasasında, aracı kurumlar aracılığı ile alım satım yapabilecektir.

Maliki olmadığı teknolojiyi kullanmak, Piyasa dışında teknoloji alım satımı yapmak, üretilen yeni teknolojileri Piyasa’dan geçirmeksizin kullanmak suç sayılacaktır.

Bütün bu düzenlemeler yapıldığında teknoloji maliklerinin mülkiyet hakkının özüne dokunulmamış olacaktır.

3.3 Demokratik Bilgi Hukukunun Uygulama Sonuçları Ne Olacaktır?

3.3.1 Rekabet İçinde Tekel Ortamının Yerini Rekabet Ortamı Alacak

Tekonoloji araştırma faaliyetlerinin “Teknoloji Araştırma Kolektifi” adını verdiğimiz yeni tür işletemeler tarafından yürütülmesi, yukarıdaki esaslar temelinde TPDK’nın ve teknoloji piyasalarının kurulup  faaliyete geçmesiyle birlikte, kapitalizmin hali hazırdaki “rekabet içinde tekel” ortamı yerine “rekabet ortamı” gelecektir.

Rekabet ortamının oluşması aşağıdaki olumlu sonuçlara yol açacaktır.

Rekabet ortamı, tekelcilikten kaynaklanan haksız kazançları ortadan kaldıracaktır.

Rekabet ortamında tekel fiyatı oluşamayacağı için, çok daha geniş insan kitleleri yeni teknolojilerin nimetlerinden faydalanabilecektir.

Rekabet ortamı, üretilen her yeni teknolojinin süratle insanlığın kullanımına sunulmasını sağlayacak, böylece insanların yaşam kaliteleri daha süratli olarak yükselecek, yaşam süreleri daha çok uzayacaktır.

3.3.2 Rekabet Ortamı Teknolojik İlerlemeyi Şaha Kaldıracak Herkes Düşünme Gücü Taşıyıcısı Olacak

Kapitalist işletmeler, rekabet ortamında, rekabette üstün olabilmek için sürekli ve süratle yeni teknolojileri devreye sokmak zorunda olacaklardır. Bu zorunluluk nedeniyle, AR-GE birimlerinden ve piyasadan sürekli daha ve daha yeni teknolojiler talep edeceklerdir. Öte yandan, teknoloji araştırma kolektifleri arasında da, en yeni teknolojiyi bulup piyasaya sunma yarışı başlayacaktır.

Gerek kapitalistlerin yeni ve daha yeni teknoloji talepleri gerekse teknoloji araştırma kolektifleri arasındaki rekabet sonucunda, teknoloji, görülmemiş ve artan bir ivme ile ilerleyecektir. Böylece şaha kalkan ve önü sonuna kadar açık teknolojik ilerleme, aşağıdaki sonuçlara yol açacaktır.

–  Teknoloji ilerledikçe, emek-gücünün yerini hızla makineler alacaktır. Bunun sonucunda artı-değer üretimi ve artı-değer sömürüsü hızla azalacaktır. Art-değer sömürüsü azaldıkça, artı-değerden elde edilen kârlar düşecektir. Öte yandan, bir taraftan tekel konumunu kaybetmesi, bir taraftan da rekabet edebilmek için; gerek fiyat indirimlerinden gerekse  sürekli yeni teknoloji kullanmadan kaynaklanan fiyat düşüşleri, kârları sürekli düşürecektir. Bu süreç, kârların sıfırlandığı aşamaya kadar gelişecektir. Kapitalistin temel amacı, sermayeyi hareket ettirerek kâr elde etmek olduğuna göre, kârlılığın sıfır olduğu aşamada, sermaye hareket ettirmenin anlamı kalmayacaktır.

Teknoloji üretme işi ile uğraşanlar, teknoloji araştırma kolektifleri içinde faaliyet göstermekle, “teknoloji işçisi” olarak kapitaliste bağımlı olarak çalıştıkları zaman aldıkları ücretlerle kıyaslanamayacak büyüklükte gelir elde etme olanağına kavuşacaklardır. Bu yüksek gelir olanağı, kolektiflerde faaliyet göstermenin cazibesini arttıracak, kapitalist işletmelerin AR-GE birimlerinden kolektiflere doğru bir uzaman akımı başlayacaktır. Öte yandan, tekel konumunu kaybetmelerinden kaynaklanan kâr düşüşü nedeniyle, kapitalist işletmeler AR-GE birimlerindeki  teknoloji işçilerine eski yüksek ücretleri veremeyecek, böylece kolektiflere uzaman akımı hızlanacaktır. Bu süreç geliştikçe, teknoloji araştırma kolektiflerinin teknolojik faaliyetlerdeki ağırlığı artacak, kapitalist işletmelerin AR-GE birimlerinin etkinliği azalacaktır.

Teknoloji  üretme işi ile uğraşanların gelirlerindeki artış, teknoloji araştırma kolektifleri arasında yeni yeni teknolojiler üretme yarışını kışkırtarak, teknoljik ilerlemenin ivmesini arttıracaktır.

Teknoloji üretimi faaliyeti ile uğraşanların ulaşacakları yüksek gelir düzeyi, bu faaliyetin cazibesini arttıracaktır. Bunun sonucunda çağdaş eğitimin önemi hızla artacak, eğitim kurumlarına yöneliş büyük bir hız kazanacaktır. Böylece, giderek daha çok sayıda insanın “düşünme gücü” saflarına katılmasıyla, teknoloji üretimi alanında faaliyet gösterenlerin sayısı hızla artacaktır. Bu gelişmenin nihai sonucu, bütün insanların düşünme gücü taşıyıcısı haline gelmeleridir.

Teknolojik ilerleme öyle bir aşamaya ulaşacak ki, bu aşamada ve sonrasında insanın işgücünün yerini makineler almış olacaktır. İşgücünün  yerini makinelerin almasıyla, insanlar beden işlerinden tamamen çekilerek, bilim, teknoloji, tasarım faaliyetleriyle  ve sanat ile uğraşacaklardır. Böylece bütün insanlar düşünme gücü taşıyıcısı haline geleceklerdir.

Bütün insanların düşünme gücü taşıyıcısı haline gelmesi süreci ilerledikçe, insanlar bilgi ve deneyimleri ile orantılı ekonomik değer elde edeceklerdir. Bunun sonucunda insanlar arasındaki gelir dağılımı adaletsizliği, gelir uçurumları, yerini tedricen gelir dağılımı adaletine bırakacaktır.

Teknoloji üretme yarışı, teknolojik araştırmaların beslendiği kaynak olan, bilimsel faaliyetleri de kışkırtacaktır. Bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin giderek artan ivmesi, giderek daha çok insanın çağdaş düşünce ile tanışmasına yol açacak, böylece çağdaş düşünce ve yaşam tarzı toplumsal yaşamda hızla yayılacaktır

Yukarıdaki öngörebildiğimiz sonuçları nedeniyle, demokratik bilgi hukukunun, demokratik bir dünya toplumu oluşumunda belirleyici bir rolü vardır.