Dünya Demokratik Ekonomi Modeli
Demokratik Dünya Grubu tarafından, “Demokratik Dünyayı Birlikte Tasarlayalım” başlıklı metinde ifade edilip açıklanan ; yaşama hakkı, pastanın büyütülmesi, demokratiklik ve küresel yaklaşım ilkeleri esas alınarak hazırlanmış olan “Dünya Demokratik Ekonomi Modeli” ana çizgileriyle aşağıda ortaya konmuştur.
1. Dünyadaki Demokrasi Sorununun ve Adaletsizliğin Nedeni Küresel Liberal Ekonomi Düzenidir
Demokrasi, toplum bireylerinin, toplumun yönetimine, aralarında hiçbir bağımlılık ilişkisi olmaksızın, eşit bireyler olarak katıldığı düzenin adıdır. Başka bir deyişle, demokratik toplum, insan ilişkilerinin “bağımsız ve eşit birey ilkesi” üzerine kurulu olduğu toplumdur. Bu çerçeveden bakıldığında, dünyadaki en demokratik toplumlar bile henüz “demokratik toplum” olma niteliğini tam olarak taşımamaktadır. Çünkü, halen içinde bulunduğumuz kapitalist toplum, hukuken “bağımsız ve eşit birey ilkesi” üzerine kurulu olmakla birlikte, burjuvazinin “herkesi işçileştirerek kendine bağımlı kılma eğilimi” ve bu eğilimin pratik sonucu olarak, bir dizi bağımlılık ilişkilerini taşıyor olması nedeniyle, “demokratik toplum” olarak nitelenemez. Bu bağlamda, insanlar arası bağımlılık ve eşitsizlik ilişkilerine dayanan feodal toplumun sona ererek, hukuken bağımsız ve eşit birey ilkesi temeli üzerine kapitalist toplumların kurulması, demokratik toplumun oluşumunun tamamlanması değil, toplumsal yaşamın “demokratik toplum”a doğru demokratikleşme sürecine girmesi demektir. Bu süreç içinde, işçi sınıfının burjuvaziye, sömürge ülke halklarının emperyalizme karşı, kapitalizmin üzerine kurulu olduğu, bu nedenle meşru bağımsız ve eşit birey ilkesi temelinde verdiği mücadeleler başarıya ulaştıkça, insanlığın toplumsal yaşamı giderek daha geniş ve derin olarak bağımsız ve eşit birey ilkesine dayanır hale gelmiş, yani demokratikleşme süreci ilerlemiştir. Demokratikleşme süreci ilerledikçe, adalet yaygınlaşmıştır. Adalet yaygınlaştıkça toplumsal gelir daha adil bölüşülmüştür.
Kapitalist toplum, kuruluşundan itibraren, “rekabetçi kapitalizm” ve “emperyalist kapitalizm” aşamalarından geçerek, 1980’li yıllardan itibaren “küreselleşme” aşamasına geçmiştir. Küreselleşme sürecinin başlamsının en belirgin göstergesi, 19. yüzyılın son çeyreğinde, gelişmiş kapitalist ülke ekonomilerine tekellerin egemen olmasıyla sona eren rekabetin, 1960’lı yıllardan itibaren tekrar, ancak bu kez dünya ölçeğinde canlanmasının sonucu olarak, ekonomik yapının küresel boyutta tek bir organizma gibi hareket etmeye başlamasıdır. Ekonominin tek bir organizma gibi hareketinin ilk belirtisi, 1960’lı ve 70’li yıllardaki Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) hareketi olmuştur. Ancak, 20. yüzyıl boyunca verilmiş bağımsızlık mücadeleleri sonucunda bağımsızlaşarak “ulus” olmuş toplumların, “ulusal bağımsızlık için bağımsız ekonomi” ilkesi temelinde yapılandırdıkları ekonomilerinin, kısıtlayıcı gümrük, dış ticaret ve kambiyo rejimleri nedeniyle, ÇUŞ’ların getirdiği yabancı sermaye tam bir hareket serbestisine sahip değildi. Bunun üzerine, ABD Hazine Bakanlığı, IMF ve Dünya Bankası arasında, “Washington Uzlaşması” adlı bir belge hazırlanarak, bu belgede belirlenen ilkelerin yürürlüğe konulması kararlaştırıldı. Washington Uzlaşması, dış ticaret ve kambiyo rejimlerinin liberalleştirilmesi, sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi ve özelleştirme olmak üzere üç temel ilke üzerine kurulmuştu. Washingon Uzlaşması ilkeleri, gelişmiş kapitalist ülkelerde Reaganizm, Thatcerizm adı altında uygulandı. Geri ülkelerde ise ödemeler dengesi krizine girdiklerinde, öteden beri IMF tarafından empoze edilen “istikrar reçeteleri” yerine bu kez “yapısal reform” dayatmaları ile uygulandı. İstikrar reçeteleri, muhatap ülkelerin mevcut ekonomik yapılanmalarında değişiklik öngörmemişken, yapısal reformlar, adı üstünde, muhatap ilkelerin mevcut ekonomik yapılanmalarını kökten değiştirerek, liberalleşmelerini öngörüyordu. Geri ülkelerin yapısal ekonomik dönüşümlerine, IMF, yapısal reform kararı alan ülkelere taze para girişine yeşil ışık yakarak, Dünya Bankası da yapısal reformaların uygulanma maliyetlerinin finansmanı için kredi vererek destek oldu. Böylece küreselleşme sürecinin gelişmesine, 1980’li yıllardan itibaren bir liberalleş(tiril)me dalgası eşlik etmeye başladı. 1990’lı yılların başından itibaren, sosyalist ülkelerin kapitaizme yönelmeleriyle, liberalleş(tiril)me dalgası bütün dünyaya yayıldı ve yıldan yıla derinleşti. 2000’li yıllara gelindiğinde, dünyanın çok büyük bir bölümünde, ekonomik yapılanmaya liberalizm egemen olmuş, “üzerinde güneş batmayan piyasalar” oluşmuş, dünya “liberal bir köy” haline gelmişti.
Liberalleşme dalgası sonucunda neler oldu?
1.1 Liberalizm Ekonomik Krizlere Kaosa Açık Bir Ortama Yol Açmıştır
Kambiyo rejimlerinin ve sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi sonucunda, “üzerinde güneş batmayan piyasalar” oluştu. Işık hızında hareket eden ve nerede kâr görürse oraya hücum eden finans sermayesi, yol açtığı para bolluğu ile gittiği yerleri önce ihya etti, ancak bulunduğu ülkede en ufak bir olumsuzluk belirtisi gördüğünde ışık hızıyla sıvışırken, geride iflas etmiş şirket ve bankalardan, değeri sıfıra inmiş kağıtlardan, işsiz kalmış insanlardan, böyelece yangın yerine dönmüş ekonomiden oluşan bir enkaz bıraktı. Küreselleşme sürecinde ilk büyük kriz 1997’de yaşandı. Uzak doğuda başladığı ve en çok da “Asya Kaplanları”nı yaktığı için “Asya Krizi” olarak adlandırılan bu krizden daha büyüğü 2008’de ABD’den başlayan ve dalga dalga bütün dünyaya yayılan ve yayıldığı yerleri, özellikle de finans sektörünü yangın yerine çeviren bu kriz, yangının çıkış yerinden dolayı “Mortgage Krizi” olarak adlandırıldı. 2008’de başlayan ve liberalizmin amentüsü olan “piyasaya iman”ı yerle bir eden “Mortgage Krizi” denilen yangın, üzerine püskürtülen trilyonlarca dolara rağmen halen söndürülememiş olup, ekonominin nerelerine kadar nüfuz edip, ne kadar tahribat yağtığı tam olarak bilinmemektedir. Ekonomi küreselleşmiş olmakla birlikte, küreselleşmiş ekonomiyi yönetecek küresel bir kamu otoritesi olmadığı ve halen liberal olduğu için, piyasalar neredeyse başıboştur, bu nedenle krize, kaosa açıktır. Kısacası, piyasaya iman üzerine kurulu liberal küreselleşme, kapitalizmde yapısal olarak var olan ekonomik kriz potansiyelini daha da arttırmış, insanlığın toplumsal yaşamını kaosa açık bir hale getirmiştir.
1.2 İşsizlik ve Yoksulluk Yayılmış İşçi Sınıfının Burjuvaziye Bağımlılığı Artmıştır
Özelleştirmeler sonucunda, insanlar kitleler halinde işlerini kaybettiler, işsizler ordusu çığ gibi büyüdü. İşsizliğin artması, işçi ücretlerinin tepetaklak aşağıya gitmesine yol açtı. Bunun yanında, IMF’nin “esnek istihdam” dayatması işçi ücretlerini daha da aşağıya çekti. Böylece dünyada ucuz işgücü cennetleri hızla genişledi. Ucuz işgücü cennetlerinin genişlemesi, üretim faaliyetinin hızla buralara kaymasıyla, gelişmiş ülkelerde işsizliğe ve işçi ücretlerinde düşüşe, Batı Avrupa’nın “sosyal güvenlik cennetleri”nin birer birer çökmesine yol açtı. Bütün bunların sonucunda işçi sınıfının burjuvaziye bağımlılığı küresel boyutta arttı. İşte bu durum, özgürlükçülük ve demokratiklik ile cilâlanmış olan liberalizm ideolojisinin, içinde sakladığı anti-demokratlığının küreselleşme aşamasındaki en belirgin göstergesidir. Küreselleşme sürecinde, gelir dağılımı adaletsizliğinin tırmanışa geçmesinin, yoksulluk ve açlığın yayılmasının nedeni, liberalizmin içindeki; “özgürlükçülük” kabuğu ile örtülmüş anti-demokratikliğidir. İnsanlar arasındaki bağımlılık ilişkilerini arttırdığı için anti-demokratik olan liberal küresellşeme sonucunda işsizliğin, yoksulluğun ve hele vicdan sahibi herkesin vicdanının sızlatan, insanlığın yüz karası açlığın yaygınlaşması, kaostan başka bir şey değildir.
1.3 Tekonoloji İşçilerinin Burjuvaziye Bağımlılığı Pekiştirilmiştir
Batı Avrupa’da 19. yüzyılın son çeyreğine kadar sürmüş olan rekabetçi kapitalizm ortamında, kapitalistlerin rekabette üstün olabilmek için sürekli yeni teknolojiler talep etmesi, bunun da bilimsel ve teknolojik faaliyetleri kışkırtması sonucunda, 19. yüzyılın ortalarında “Sanayi Devrimi” denilen olgu yaşandı. Ancak tekellerin ekonomiye egemen olup, teknolojik ilerlemeyi kontrol edebilir konuma gelmeleriyle birlikte, teknolojik ilerlemenin nispi ivmesi düşmeye başladı. Ancak, 1960’lı yıllardan itibaren rekabetin, bu kez dünya çapında canlanmsıyla, bilim ve teknolojide 1970’li yıllardan itibaren “şahlanış” olarak nitelenebilecek bir atılım başladı. Çünkü, dünya boyutunda tekelliği kalmayan eski tekeller, kendilerini içinde buldukları küresel rekabet ortamında, rekabette üstün olabilmek için yeni yeni teknolojiler talep etmeye başladı. Büyük bir çoğunluğu da bağımsız mucitlerin icatlarını beklemek yerine, kendi teknoloji araştırma geliştirme (AR-GE) birimlerini kurarak, buralarda çalıştırdıkları teknoloji işçilerinin ürettiği teknolojinin mülkiyetine sahip oldular. Her Ancak, AR-GE birimlerinde üretilen her yeni teknoloji, buna sahip olan kapitaliste bir “tekel konumu” sağladı. Ancak, rakiplerinin de aynı teknolojiyi üretme olanağı bulunduğu için, bu tekel konumu geçici oldu, onların yerine rakipleri tekel oldu. Rakiplerini tekel tahtından indirebilmek için, onlardan daha ileri teknolojiyi devreye soktular, böylece tekel konumlarını geri kazandılar. Ancak bu da geçici oldu. Tekel konumu kapitalistler arasında sürekli el değiştirmekle beraber, kapitalizmin genelinde tekelciliğin sürekli olmasından dolayı, biz küresel kapitalizmin bu özelliğini “rekabet içinde tekelcilik” olarak adlandırıyoruz. Kapitalistlerin tekel konumları sürdüğü sürece, daha yeni teknolojileri kullanmaları düşünülemeyeceği için, teknoloji kapitalistin kâr güdüsüne bağlı olarak gelişmektedir. Başka bir deyişle, rekabet içinde tekelcilik, teknolojik ilerlemeyi ya da üretim güçlerinin gelişmesini frenlemektedir.
Küresel kapitalizmin rekabet içinde tekelcilik ortamı, teknoloji mülkiyetinin önemini kat be kat arttırmıştır. Bu nedenle, “patent haklarının korunması” özel bir önem kazanmıştır. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından organize edilen Uruguay Raundu sonunda üye ülkelerce imzalanan TRİPS anlaşması ile patent haklarının korunması daha sıkı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır. Bu tedbirlerden birisi de patent kanunlarına, AR-GE birimlerinde çalışan teknoloji işçilerinin buluşlarını kapitaliste vermemeleri durumunda ağır para cezası yanında hapis cezası ile de cezalandırılmalarını öngören hükümler konulmasıdır. Biz bu tespiti Türkiye ve İngiltere’nin patent mevzuatında yapılan değişikliklere istinaden yaptık. Çok büyük olasılıkla, diğer TRİPS anlaşmasını imzalamış olan diğer ülkelerin mevzuatında da benzer değişikliklerin yapılmış olduğunu düşünüyoruz. Demek oluyor ki, liberal kapitalizin “sözleşme serbestisi” ilkesi çerçevesinde, kapitalistin teknoloji işçisi ile özel hukuk çerçevesinde yapacağı “iş sözleşmesi”nin, buna uyulmaması durumunda teknoloji işçinin karşılaşacağı tazminat, teknoloji mülkiyeti için kapitaliste yeterli güvence sağlayamamış olmalı ki, ceza hukuku çerçevesinde hapis cezası tehdidine ihtiyaç duyulmuş. Örneğin otomobil fabrikasında çalışan beden işçisi için “ürettiğin otomobili işverene vermezsen ağır para ve hapis cezası ile karşılaşırsın” gibi bir hüküm öngörülmemişken, teknoloji işçilerinin, özel hukuk kapsamında tazminat ile caydırılmasıyla yetinilmeyip, kamu hukuku kapsamında ağır para ve hapis cezası ile tehdit edilmesi oldukça anlamlıdır. Bunun anlamı, teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlılığının arttırılıp, pekiştirilmesidir. Burjuvazi ile teknoloji işçileri arasındaki bağımlılık ilişkilerinin pekiştirilmesi, küresel kapitalizmin özgürlükçülük kabuğu ile örtülmüş liberalizminin anti-demokratikliğinin diğer bir göstergesidir.
1.4 Ulusal Bağımsızlıklar Aşındırılmıştır
Liberalleş(tiril)me dalgasının önemli sonuçlarından birisi de, 20. yüzyıl boyunca verilmiş bağımsızlık mücadeleleri sonucunda bağımsızlaşarak “ulus” olmuş toplumların, “ulusal bağımsızlık için bağımsız ekonomi” ilkesi temelinde yapılandırdıkları “karma ekonomi”lerinin, IMF’nin dayattığı “yapısal reformlar” ile ortadan kaldırılarak, küresel liberal kapitalizm ile bütünleştirilmesidir. Bunun sonucu olarak, ulusal ekonomi politikası izlemenin zemini geniş ölçüde ortadan kalkmış, özellikle geri ülkelerin halkı, liberalleştirilmiş ekonomileri üzerinden küresel kapitalizmin kapitalistlerine bağımlı hale getirilmiştir. Böylece, liberalleş(tiril)me dalgasının bir sonucu da, 20. yüzyıl boyunca verilmiş bağımsızlık mücadeleleri sonucunda bağımsız olmuş ulusların, küresel kapitalizme bağımlı hale getirilmesi olmuştur. Ulusal bağımsızlıkların baskı altına alınmasıyla oluşan bağımlılık ilişkisi, küresel kapitalizmin özgürlükçülük kabuğu ile örtülmüş liberalizminin anti-demokratikliğinin bir diğer göstergesidir.
Liberalleş(tiril)me dalgasının sonuçlarını bir cümleyle ifade etmek gerekirse; her şeyi kapitalistin kâr güdüsüne bağlamak amacıyla yoğunlaştırdığı bağımlılık ilişkilerinden dolayı anti-demokratik olan küresel liberal ekonomi düzeni, dünyada giderek artan adaletsizliklerin doğrudan nedenidir.
2. Bir Başka Ekonomik Düzen Mümkündür
Küreselleşme sürecinin belirginleştiği 1990’lı yılların başında Fukuyama tarafından yayınlanmış ve bütün dünyada çok büyük ilgi görmüş olan “Tarihin Sonu ve Son İnsan” adlı kitapta, Hegel’den ilham alınarak, liberalizmin insanlığın bulduğu en mükemmel ideoloji ve yaşam tarzı olduğu, bu nedenle liberalleşmiş toplumların tarihi gelişimlerinin sonuna geldiği, henüz liberalleşmemiş toplumların tarihin gerisinde oldukları, bu nedenle geri toplumların da liberalleştirilerek tarihin sonuna taşınması gerektiği tezi savunulmuştur. Bu tez o zamanlar büyük bir ilgi ve destek görmüştür. Ancak, tarihin sonunu yaşayan liberal ülkelerin gözleri önünde Balkanlarda ve Kafkaslarda çıkan yangınlar, Afganistan’ın ve Irak’ın işgali, Libya’nın yangın yerine çevrilmesi, sonrakinin öncekini mumla arattığı ekonomik krizler, henüz sonu gelmemiş olan tarihin tekerleğinin olanca hızıyla dönmekte olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, Fukyama benzeri liberal bilim adamı, siyasetçi, gazeteci vs. tarafından onyıllardır yapılan propaganda sonucu, geniş kitleler, liberalizmin özgürlükçü ve eşitlikçi alternatifsiz, tartışmasız en iyi düzen olduğuna inandırılmıştır. Oysa insan aklının düşünme olanakları sınırsız olup, tarihinin her döneminde insanoğlu, aklının sınırsız düşünme olanağını kullanarak, kendi iyiliği için “içinde daha iyi yaşanabilir başka türlü bir dünya”yı hep düşünüp tasarlayabilmiş ve bu tasarımları hayata geçirebilmek için hep “adalet mücadelesi” vermiştir. Savaşları, krizleri, kitelesel ölümleri, yoksulluğu ve açlığı nedeniyle, içinde yaşadığımız dünya iyi bir dünya olmadığına, bunun da başlıca nedeni anti-demokratik küresel liberal düzen olduğuna, insan aklının düşünme olanakları halihazırda da sınırsız olduğuna göre, içinde daha iyi yaşanabilir bir dünya tasarlanabilir. Bu anlayışla tasarladığımız “bir başka ekonomik düzen”in ana çizgileri aşağıdadır. Yine bu anlayışla tasarladığımız, işçi sınıfının artan bağımlılığına karşı demokratik bir çalışma ve sosyal güvenlik hukuku, teknoloji işçilerinin artan bağımlılığına karşı demokratik bilgi hukuku modelleri ve ulus-toplumun demokratik dünya modelleri karşısındaki “demokratik” konumunu, sitedeki; bu konularla ilgili başlıklar altında sergileyeceğiz.
2.1 Dünya Demokratik Ekonomi Modeli Tasarımımızın Temel İlkeleri
2.1.1 Ekonomi Modeli Tasarımımız Dünyayı Baz Almıştır
Yukarıda ortaya konduğu üzere, küreselleşme süreci, dünyayı ekonomik olarak “küresel bir köy” haline getirmiş olup, dünya ekonomisi adeta tek bir organizma gibi hareket etmektedir. Bu durum, “ulusal ekonomi politikası” uygulama olanağını da geniş ölçüde ortadan kaldırmış olup, 20. yüzyılda olduğu gibi kendi içine kapalı “ulusal ekonomi” yapılanmalarına dönüş de mümkün ve makul görünmemektedir. Bu nedenle ekonomi modeli tasarımımız dünyayı baz almıştır. Ekonomi modeli tasarımımız dünyayı baz almakla, “küresel yaklaşım” ilkesini içermiş olacaktır.
2.1.2 Model Tasarımımız Kapitalistin Kâr Güdüsünü Değil Yaşama Hakkını Esas Almıştır
Kapitalizm ve onun liberal ekonomi modelinin merkezinde “piyasa” bulunmakta olup, insani ve doğal kaynakların kullanılnmasını “kapitalistin kâr güdüsü” belirlemektedir. Yukarıda ortaya koyduğumuz üzere; başıboş liberal piyasalar kriz ve kaos potansiyeli oluşmasına yol açmaktadır. Kapitalistin kâr güdüsü ise insanlar arasında bağımlılık ilişkileri kurulmasına böylece adaletsizliklere kaynaklık etmekte, ayrıca teknolojinin ve buna bağlı olarak üretim güçlerinin doludizgin gelişmesini, böylece pastanın büyütülmesini frenlemektedir. Bu nedenle, tasarladığımız ekonomi modelinin odak noktasında “kapitalistin kâr güdüsü” değil, “aralarında bağımlılık ilişkileri olmaksızın, yani bağımsız ve eşit bireyler olarak, insanların sadece bilgi, deneyim ve çalışmaları ile ekonomik değer sahibi olmalarını sağlama” yer almıştır. Ekonomik model tasarımımız, insanların bağımsızlığını ve eşitliğini esas almakla “demokratiklik”, insanların başkalarına bağımlı olmaksızın, doğal yaşamda kalma olanakları olan işgüçleri ve düşünme güçlerini kullanarak ekonomik değer sahibi olmalarını esas almakla da “yaşama hakkı” ilkesini içermiş olacaktır.
Öte yandan, geniş bir tarih perspektifinden bakıldığında, tarih boyunca üretim güçlerinin ivmesi artan bir hızla geliştiğini, üretim güçleri geliştikçe de insanın beden-gücünün ve hatta düşünme-gücünün yerini hızla makineler almaktadır. Teknolojinin doludizgin gelişmesine bakarak, bir gün insanın beden-gücünün yerini tamamen makinelerin alacağını düşünmek bir hayal değildir. Üretim güçlerinin gelişme eğilimi bu yönde olmakla birlikte, halen geçinmek için emek-gücünü satmak durumunda olan çok geniş bir insan kitlesi vardır ve beden-gücünün yerini tamamen makinelerin alacağı güne kadar da var olmaya devam edecektir. Bu durumda, yaşayabilmek için emek-gücünü satmaya hazır insanlar olduğu sürece, kar güdüsü ile hareket eden kapitalistler de olacaktır. Beden-gücünün yerini makineleri bugünden yarına alamayacağı için, modelimizde, “insanların bağımsız ve eşit bireyler olarak ekonomik değer sahibi olması” esas alınmış olmakla birlikte, toplumsal bir zemini olan “kapitalistin kar güdüsü” gerçeği de dikkate alınmıştır. Bu durumda, kâr güdüsü ile hareket eden kapitalistin, işçi sınıfının yaşama hakkına müdahale eğilimi ve eylemi sürebilecektir. İşçi sınıfına insanca bir yaşam düzeyi sağlayarak, müdahalenin etkilerini en az düzeye indirmenin yolu, çalışma ve sosyal güvenlik düzeninin demokratikleştirilmesidir. Dünya demokratik çalışma ve sosyal güvenlik düzenine ilişkin model tasarımımız, sitedeki konuyla ilgili başlığın altındadır. Öte yandan, kapitalistin, işçi sınıfının yaşama hakkına müdahale eğilimi ve eyleminin kalıcı olarak ortadan kalkması, insanların emek-gücünü satarak yaşayabilme zorunluluklarının ortadan kalkmasına bağlıdır. Bu da işçiler de dahil bütün insanların düşünme gücü sahibi olduğu, emek-gücünün üretimden tamamen çekildiği bir aşamaya ulaşıldığında mümkün olacaktır. Üretim güçlerinin tarih boyunca gelişme seyri, emek-gücünün yerini makinlerin alması yönündedir. Bu sürecin hızının artan bir ivme ile ilerlemekle birlikte, kapitalistin kar güdüsünün bu ilerlemeyi frenlemekte olduğunu tespit ediyoruz. Teknolojinin doludizgin gelişerek, herkesin düşünme gücü sahibi olduğu aşamaya giden süreci hızlandırmanın yolu da, teknolojik ilerlemenin önündeki “kapitalistin kar güdüsü” engelinin kaldırılması, bu amaçla bilgi hukukunun demokratikleştirilmesidir. Dünya demokratik bilgi hukukuna ilişkin modelimiz de sitenin konuyla ilgili başlığının altındadır.
2.2 Bir Başka Makro Ekonomik Yapılanma Modeli
2.2.1 Dünya Planlama Örgütü
Dünyanın insani ve doğal kaynaklarının, “kapitalistin kar güdüsü” yerine, “insanların bağımsız ve eşit bireyler olarak ekonomik değer sahibi olması” esas alınarak kullanılması için, büyüme-kalkınma, istihdam yaratma ve teknolojiyi geliştirme amaçlarına yönelik planlama yapılmalıdır. Bu amaçla bir “Dünya Ekonomik Planlama Örgütü” kurulmalıdır. Dünya Ekonomik Planlama Örgütü, ülkeler bazında kurulacak planlama örgütlerinin organik birliğinden oluşmalıdır. Gerek dünya planlama örgütü gerekse ülke planlama örgütleri, “planlama meclisi” adlı bir karar organından, karar organınca, üyeleri arasından seçilen “planlama yönetim kurulu” adlı bir yürütme organından ve yönetim kurulu başkanına bağlı “planlama genel sekreterliği” adlı bürokrasiden oluşmalıdır.
Planlama örgütü, kamusal yetki ile donatılmış sivil bir organizasyon olmalıdır. Bu amaçla, planlama meclisi, devlet ve ilgili sivil toplum ve meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşmalıdır.
Gerek dünya çapındaki genel ve gerekse genel plan çerçevesinde ülkeler çapındaki yerel planların yapılmasına ve uygulanmasına esas olacak temel ilkeler, bugüne kadar yaşanmış planlama deneyimlerinin olumlu ve olumsuz yönleri göz önüne alınarak hazırlanmalıdır. Sosyalist ülkelerde, gerek işletmelerin üretim hedeflerinin gerekse insanların tüketim malı ihtiyaçlarının merkezden planlanması sırasında yaşanmış olumsuz deneyimler nedeniyle, planlar “merkezi, emredici plan” niteliğinde olmamalıdırlar. Bununla birlikte, planlar, uygulanmalarını sağlayacak mekanizmaları da bünyelerinde taşımalıdırlar. Bunun için, gerek ülkeler bazında yapılıp uygulanmış makro, gerekse işletmeler bazında yapılıp uygulanmış mikro planlama deneyimlerinden gelen bilgi birikiminden faydalanılmalıdır. Böylece, tüm işletmelerin plan çerçevesinde faaliyet göstermeye yönelmelerini sağlayacak çözümler bulunup uygulanmalıdır.
2.2.2 Dünyanın Finans Kaynakları Büyüme/Kalkınma Projelerine
Liberalleş(tiril)me dalgasının öncesinde, özellikle geri ülkelere yabancı sermaye girişine, ülkelerinin kalkınma gerekleri çerçevesinde izin verilirdi. Yurt dışından kredi temini oldukça sıkı düzenlemelere tabiydi ve isteyen yurt dışından istediği krediyi istediği miktarda alamazdı. Liberalleş(tiril)me dalgası içinde sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle, yabancı sermayenin hareketinin önündeki; “ülke kalkınma/gelişmesine katkı yapma” şartından kaynaklanan tüm engeller kaldırılmış, özel sektöre yurt dışından serbestçe borçlanma olu açılmıştır. Böylece, sermayenin serbestçe hareketini belirleyen tek ölçüt “faiz kazancı” olmuştur. Öte yandan, küreselleşme süreci öncesinde, uluslararası finans kurumları, geri ülkelere IMF’nin yeşil ışığnı göz önüne alarak kredi açarlardı. Ödemeler dengesi krizine giren ülkelere, dayattığı “istikrar reçetesi”ni uygulamaları karşılığında, IMF, bir miktar kredi kullandırırdı. IMF kredisinin miktarı nispeten küçük, ancak önemi büyüktü. Çünkü IMF’nin bir ülkeye kredi açması, diğer finans kurumları için bu ülkeye kredi açılmasına yeşil ışık yakılması anlamına gelirdi. Küreselleşme sürecinde, IMF’nin yeşil ışığının yerini, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının “kredi notu” almıştır. Bu çerçevede, küresel sermaye, herhangi bir kalkınma, gelişme endişesi taşımaksızın, kredi derecelendirme kuruluşlarının rehberliğinde, nerede yüksek faiz kazancı görürse oraya oluk oluk akmıştır. Bu akışta, spekülatif sermaye hareketleri, özel bir ağırlık kazanmıştır. Ancak, pastanın büyütülmesi için finans kaynaklarının, gelişmiş ülkelerin ve bölgelerin daha da geliştirilip büyütülmesi yanında, yapılacak projeler ile, geri ülkelerin ve geri bölgelerin de kalkındırılması gerekir. Bu nedenle, spekülatif sermaye hareketleri frenlenmeli ve dünyanın finans kaynaklarının, yapılacak planlar çerçevesinde, işsizliği azaltıcı, istihdam yaratıcı büyüme-kalkınma projeerinin finansmanında kullanılması sağlanmalıdır.
2.2.3 Dünya Parası ve Dünya Merkez Bankası
Ekonomik yapılanma küreselleşmiş olmakla birlikte, değer ölçme, mübadele ve değer birktirme (rezerv) aracı olarak, ekonominin en önemli unsurlarından birisi olan “para” küresel değil, ulusaldır. Halen dünya parası olarak işlev görmekte olan ABD Doları, bu haliyle küresel bir görünüm sergiliyorsa da, bu paranın siyasi-hukuki sahibi ve otoritesi, ABD adlı bir ulus-devlettir. Ulus-devlet olmanın doğal sonucu olarak, ABD’nin para politikasındaki önceliği, siyasetine yön verme hakkı bulunan ABD halkının çıkarlarıdır. Siyaseten ve hukuken bağımsız ve egemen bir devlet olduğu için, ABD Dolarının, “paranın işlevlerini” bütün insanların yararına olarak yerine getirip, böylece fiyat istikrarı ve yeknesaklığı sağlanarak, insanların ekonomik değerlerinin korunmasında, diğer ülkelerin ABD’nin para politikasına siyaseten ve hukuken hiçbir müdahale yetkileri yoktur. Ekonomi küreselleşmiş olduğuna, para da ekonominin en önemli unsurlarından birisi olduğuna göre, dünyada fiyat istikrarının ve yeknesaklığının sağlanması, böylece, sadece ABD halkının değil, tüm dünya halklarının ekonomik değerlerinin korunmasını sağlamak için, arkasında bütün dünya insanlarının iradesini taşıyan küresel bir siyasi-hukuki otoritenin yer alacağı “dünya para birimi” oluşturulmalı, bunun doğal sonucu olarak bir “dünya merkez bankası” kurulmalıdır. Uluslar-üstü bir para birimi ve merkez bankası oluşturulmasında AB’nin zengin bilgi ve deneyim birikimi vardır.
2.2.4 Piyasaları Düzenleyici Denetleyici Kurumlar
Ekonomik yapı küreselleşmiş olmakla birlikte, ekonominin içinde hareket piyasaların düzenlenmesi ve denetlenmesi, “ulusal çıkarlar”a göre harekete eden ulusal otoriteler tarafından yerine getirilmektedir. 1997 Asya Krizi’nin ve etkileri, kapsamı ve süresi ondan daha büyük olan 2008 Mortgage Krizi’nin, dramatik bir tablo olarak gözler önüne serdiği üzere, içinde sermayenin, paranın ve malların hareket ettiği piyasaların düzenlenmesi ve denetlenmesinde ulusal kurumlar yetersiz kalmakta, bu yetersizliğin bedelini de bütün dünya halkları ödemektedir. Bu durum, dünya çapında otorite olan düzenleyici ve denetleyici kurumların oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde, piyasaların tüm insanların çıkarına olarak nasıl düzenlenip denetleceğine ilişkin oldukça kristalize olup yerleşmiş kurallar sistemi mevcuttur.
2.2.5 Dünya Mali Denetim Otoritesi
Sermaye, para ve mal piyasalarının güvenilirliğinin ve şeffaflığının sağlanması bakımından, bu piyasalarda faaliyet gösterecek firmaları, piyasaya kabulde ve piyasadaki faaliyetleri süresince, “genel kabul görmüş denetim standartları”na göre, periyodik olarak denetlemek üzere, “dünya mali denetim otoritesi” oluşturulmalıdır. Aynı denetim otoritesi, kamu kurumlarının hesap ve işlemlerini denetlemeye de yetkili olmalıdır.
2.2.6 Dünya Rekabet Kurumu
Ekonomide tekelciliği önlemek ve rekabeti hakim ve daim kılmak amacıyla, dünya çapında bir rekabet kurumu oluşturulmalıdır. Etkin bir rekabet denetimi, tüketicilerin tekel fiyatlarından korunmasını sağlayacağı gibi, teknolojik gelişmenin önünü açarak, teknolojinin doludizgin gelişmesini, böylece pastanın büyütülmesini sağlayacaktır.
2.2.7 Dünyada Hakça Ticaret Düzeni
Onca liberalleş(tiril)meye rağmen, dünyada halen ticarette, gümrük duvarları, kota, sübvansiyon, damping vs. uygulamaları biçimindeki korumacılık oldukça yaygındır. Korumacılık, üreticilerin kaliteli mallarını, uygun fiyatla dünya piyasasına sürmelerini engellediği gibi, tüketicilerin de en kaliteli malları en uygun fiyattan elde edememelerine yol açmaktadır. Bu durumun en tipik örneği, AB bütçesinin yarıya yakın bölümünü yutan ve bunun karşılığında, AB üyesi ülkeler halkının pahalı tarım ürünleri tüketmesine neden olan AB Ortak Tarım Politikasıdır. İnsanlığın çıkarı bakımından çok makul olmayan korumacılık sona erdirilerek, malların serbestçe dolaşabileceği hakça bir dünya ticaret düzeni oluşturulmalıdır. Özellikle geri ülke üreticilerinin yıkıma uğramaması için, hakça dünya ticaret düzeninin kurulması, bir geçiş süreci olarak planlanmalıdır.
2.2.8 Borçlar Yeniden Yapılandırılmalıdır
1950’li yıllardan itibaren, IMF tarafından dayatılan “istikrar programları”nın sonucu olarak, Türkiye gibi nispeten geri ülke ekonomileri, “borç bağımlısı”, “faiz cennetleri” haline getirilmişlerdir. Öyle ki, “borcu çevirme”, giderek bu ülke ekonomi yönetimlerinin başlıca işi olmuş, ağır borç yükü, bu ülkelerin kalkınma ve büyümeleriin başlıca engeli haline gelmiştir. Bu ülkeler görünüşte, “kendi siyasi iradeleri” ile borçlanmışlardır, ancak gerçekte IMF’nin öncülüğünde gelişmiş ülkeler tarafından borçlanmaya yönlendirilmişlerdir. Bunun yanında, borç paralar, bu ülkeler tarafından alınmış ve kullanılmıştır, bu nedenle geri ödenmesi de gerekmektedir. Bu durumda, bu ülkelerin borç bağımlısı olmalarında, alacaklıların da dahli olduğundan, borçların geri ödenmesinde, alacaklıların da özveride bulunması gerekmektedir. Bu nedenle, geri ülkelerin borçları uzun vadeli bir geri ödeme planı çerçevesinde yeniden yapılandırılmalıdır. Geri ülkelerin, borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla genişleyecek finans olanakları, özellikle kalkınma/büyüme projelerinin ve eğitimin (özellikle yoksul ve kimsesiz çocukların kaliteli eğitiminin) finansmanında kullanılmalıdır.
2.2.9 Dünya Ekonomi Yönetimi
Yukarıda ortaya koyduğumuz; ekonominin çeşitli alanlarının kurumsal yapılanması, dünyanın genel ekonomi politikasının belirlenip, ilgili kurumlar eliyle etkin olarak uygulanmasından, kurumlar arasında koordinasyonun sağlanmasından sorumlu, arkasında bütün dünya insanlarının siyasi iradesinin yer aldığı bir dünya ekonomi yönetiminin oluşturulmasını gerekli kılmaktadır.
2.3 Bir Başka Mikro Ekonomik Yapılanma Modeli
Kapitalist ekonomiler, mikro boyutta “işletmeler” biçiminde örgütlenmiştir. İşletmeler, şahıs işletmeleri ve şirketler olarak ikiye ayrılır. Şirketler de şahıs şirketleri ve sermaye şirketleri olarak ikiye ayrılır. İşletmeler hangi biçimde olursa olsun, işletilen şey “sermaye” olup, kapitalist ekonominin hareketi, esas olarak bir “sermaye hareketi”dir. Sermaye, devirler halinde hareket eder. Sermaye her bir devrine para biçiminde başlar, sonra mal ve hizmete dönüşür ve mal ve hizmetin piyasada satılmasıyla tekrar para haline döner ve böylece bir devrini tamamlar. Sonra sermayenin yeni bir devri başlar… Sermaye her bir devrini, başlangıca göre daha büyümüş olarak tamamlar. Marx bunu (P-M-P´) olarak formüle etmiştir. Sermayenin devrinin başlangıcındaki para ile sonundaki para arasındaki fark “kâr”dır. Sermayeyi hareket ettirmekle amaçlanan şey; kâr elde etmektir. Kârın iki kaynağı vardır. Birincisi, işçilerin, bir iş gününde, kendi yeniden üretimleri için gerekli emek süresini aşan süreyle çalıştırlmalarından kaynaklanan “artı-değer”dir. Kârın ikinci kaynağı ise, yeni tekonolojilerin üretime uygulamasıyla sağlanan düşük maliyet ile, mevcut maliyet arasındaki farktan kaynalanan “diferansiyel değer”dir. Artı-değer elde edilebilmesi için işgücü sahiplerinin yani işçi sınıfının, diferansiyel değer elde edilebilmesi için de düşünme gücü sahiplerinin yani teknoloji işçilerinin kapitaliste bağımlı olması gerekir. İşte kapitalist toplumdaki bağımlılık ilişkilerinin, bu nedenle anti-demokrasinin temelinde yatan şey; kaynağı artı-değer ve/veya diferansiyel değer olan “kâr”dır. Peki kârın neden olduğu bağımlılık ilişkilerini bağımsızlık ilişkilerine, anti-demokratik ilişkileri demokratik ilişkilere dönüştürmenin bir yolu var mıdır? Vardır: işletmelerin “kapitalist işveren-işçi” biçiminde örgütlenmesi yerine “kolektif” biçiminde örgütlenmesi.
Kolektif, yeni bir işletme türü olacaktır. Hemen belirtelim ki; kolektif, mülkiyeti devlete ait, yani kamusal bir işletme değil, mülkiyetinin çalışanlarına ait olacağı özel bir işletme türü olacaktır.
Kolektiflerin kuruluşu, örgütlenmesi, faaliyet esasları ve disiplin kuralları ile satışı, devri, tasfiyesi ve denetimi kanun ile düzenlenecektir.
Kolektifler nasıl örgütlenecektir?
Kolektifin örgütlenmesinde “eşitlik” esas alınacaktır. Kolektifin yönetim organları, genel kurul, yönetim kurulu, disiplin kurulu ve denetim kurulundan oluşacaktır. Kolektifin en üst karar organı genel kurul olacak ve kolektif çalışanları oy eşitliği esasına göre genel kurulu oluşturacaklardır. Genel kurul diğer organları seçecek. Genel kurulun toplanma periyodu ve diğer organların görev süreleri, çalışanların yönetime katılımını sağlayacak kadar kısa, yönetimde istikrarı sağlayacak kadar uzun olacaktır.
Çalışanların kolektifin mülkiyetindeki pay oranları nasıl belirlenecek ve kolektif geliri nasıl bölüşülecektir?
Çalışanların kolektifin mülkiyetindeki pay oranları “kolektife katkı” esasına göre belirlenecek ve çalışanlar kolektif gelirini, pay oranlarına göre bölüşüşeceklerdir. Kolektife katkı, bilgi düzeyi ve deneyim süresi ile doğru orantılı olacağı için, çalışanların kolektif mülkiyetindeki pay oranlarının belirlenmesinde eğitim düzeyi ve iş deneyimi esas alınacaktır.
Yukarıda da belirtildiği üzere; geçinmek için emek-gücünü satmak durumunda olan insanlar var olduğu sürece kapitalist işletmeler de var olacaktır. Kapitalist işletmeler, mülkiyet hakkı nedeniyle, kolektif haline getirilmeye zorlanmayacak. Ancak, anti-demokrasinin temelini oluşturan kapitalist toplumdaki bağımlılık ilişkilerinin tasfiye sürecine sokulması amacıyla, kolektif türü işletmeler kurulması çeşitli yöntemlerle teşvik edilecek, devlet mülkiyetindeki işletmeler, bedeli karşılığında, uygun ödeme koşullarıyla, çalışanlarına devredilerek kolektif işletme haline getirilecektir.
2.4 Dünya Demokratik Ekonomi Modelinin Uygulama Sonuçları Ne Olacaktır?
Bir defa, bütün dünya insanlarının iradesini taşıyor olmakla, dünya ekonomi yönetimi demoktratikleşmiş olacaktır.
Bu demokratik ekonomi yönetiminin yönetim ve denetimi altında yapılacak planlar çerçevesinde, dünyanın finans kaynaklarının kalkınma/büyüme projelerinin finansmanına yönelendirilmesiyle, refah artışının dayanağı olacak olan gelir pastası büyütülmüş olacaktır.
Dünya ekonomisinin belli bir plan disiplini içinde hareket etmesi, liberal yapılanmadan kaynaklanan; sermayenin anarşik hareketinin neden olduğu kriz ve krizin yol açtığı kaos zeminini oradan kaldıracaktır.
Dünya merkez bankasının kurulup, dünya para biriminin oluşturulmasıyla, ekonominin bu en önemli unsuru, belli bir ulusun çıkarlarına göre değil, insanlığın çıkarlarına göre yönetilecektir. Böyle bir para yönetimiyle, dünyada fiyat istikrarı ve yeknesaklığı sağlanarak, insanların ekonomik değerleri korunacaktır.
Dünya çapında otorite olan düzenleyici ve denetleyici kurumların etkin faaliyeti sonucunda, dünyanın her tarafından alıcı ve satıcılar piyasalarda güvenle buluşabilecek, böylece dünya kaynakları maksimum etkinlikte kullanılabilecektir.
Piyasaların güvenilirliği ve şeffaflığı, dünya mali denetim otoritesinin piyasa katılımcısı firmalara yönelik etkin denetimi ile pekişecektir.
Dünya mali denetim otoritesinin kamu kurumlarının hesap ve işlemlerini de denetlemesi sonucunda, kamu kaynaklarının verimli ve etkin harcanması sağlanacaktır.
Yukarıda belirtildiği üzere, dünya rekabet kurumunca yürütülecek etkin bir rekabet denetimi, tüketicilerin tekel fiyatlarından korunmasını sağlayacağı gibi, teknolojik gelişmenin önünü açarak, teknolojinin doludizgin gelişmesini, böylece pastanın büyütülmesini sağlayacaktır.
Oluşturulacak hakça ticaret düzeni içinde, üreticiler mal ve hizmetlerini en iyi değerden satabilecek, tüketiciler de kaliteli mal ve hizmetleri en uygun fiyattan satın alabilecektir.
Geri ülkelerin borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla, bu ülkelerin finans olanakları genişleyecektir. Genişleyen finans olanaklarının büyüme/kalkınma ve eğitim projelerinde kullanılması, gelir pastasının büyümesine, işsizliğin azalmasına, ekonominin insan gücü kalitesinin yükselmesine katkı yapacaktır.
Kolektif türü işletmeler kurulup yaygınlaştıkça, kapitalist toplumun yapısındaki; bağımlılık ilişkilerinden kaynaklanan anti-demokrasi, yerini demokrasiye bırakacaktır.